
Genellikle TESPAM olarak analizlerimizi daha akademik ve analitik bir perspektifle yaparak, takipçilerimizin dikkatlerine sunduğumuz aşikârdır. Keşfi yeni açıklanan 320 milyar m3’lük rezerv açıklaması ile gündeme oturan Sakarya Gaz Sahası ile ilgili de erişilebilen kamuya açık veriler, tecrübelerimiz ve bazı varsayımlarımız ışığında üretim, maliyet, satış ve olası ihracat projeksiyonlarına yönelik farklı senaryolar içeren çalışmalarımız devam etmektedir.
Tabii şimdiden rahatlıkla ifade edebiliriz ki, eleştirilerin aksine bu keşif; bırakın ekonomik olarak üretilebilir oluşunu, yatırımcıların iştahını kabartacak düzeyde karlı bir proje olarak dikkat çekmektedir. Öte yandan, bu proje, karlılığından da öte, çarpan etkisine sahip nitelikleriyle ülkemize büyük bir sinerji katmakta ve bir ilki yaşatmaktadır.
Evet, bazı şeyler akademik bir dille de anlatılabilecektir, lakin böylesi uzun soluklu heyecanlar, akademik bir dile sığmayacak kadar büyük ve önemlidir!
***
Türkiye büyük mücadeleler, gayretler, kararlı bir duruş, dimdik duran devlet idaresi ve akıbeti hayreyleyen güzel bir niyet ile sonunda deniz alanlarında büyük bir balık yakaladı!
Bu keşif inşallah Türkiye’nin tüm dünyadaki mazlumların savunucusu olma ve medeniyet coğrafyasına sahip çıkma doğrultusundaki kızıl elmasına giden yolda çok önemli bir kaldıraç ve sadece bir başlangıç!
Bu keşif ne anlama geliyor?
Daha 1908’li yıllara kadar dünyadaki kanıtlanmış hidrokarbon rezervlerinin neredeyse yarısına sahip olan bir devletin (elinde hiçbir şey kalmamacasına) sırtlanlarca el birliğiyle parçalanmasının arkasındaki en önemli gerekçelerinden olan kaynağa tam bir yüz yıldır duyulan özlemin vuslatıdır bu keşif!
- Son iki yüz yılın en önemli ulusal güvenlik argümanlarının başında gelen enerji güvenliği kavramının ulusal bazda içini doldurma yolundaki çok önemli bir başlangıcı,
- Türk devletinin uluslararası arenada, cihanşümul niyetleriyle giriştiği “HAKK”lı mücadelesine en büyük kaldıraç olabilecek potansiyelin ilk adımı,
- Yıllardır alışılagelmiş cahilce bir söylem olan “Türkiye’de petrol yok” yalanının yırtılışı,
- HAKK’a dönük gönüllerdeki bulanıklaşabilen niyetlerin arındığı, yolun yeniden aşikâr olduğu, aşka boyanan inancın yeniden alevlendiği bir heyecanın vuku bulduğu kutlu bir olaydır bu keşif!
Acaba biraz heyecanın rüzgârına kapılarak çok mu abarttık?
Aslında hayır!
Çünkü böylesi bir hasret çarpanının makro düzeye erişen ve gönüllere dahi temas eden etkileri olduğu aşikârdır. Tabii bu ifadeleri herkes aynı oranda idrak edemeyecektir! Hatta keşif haberlerinden bu yana o kadar çok düzeysiz, cahilce, bilgisiz, haset ve kin kusan eleştiriler, küçümsemeler, iftiralar dikkat çekmektedir ki; lisanı bu hususta biraz daha duygusal düzeyde tutmak dahi makul olabilecektir.
Bu sebeple, bu çalışmada biraz ilgili süreç ve bu keşfin ehemmiyeti anlatılmaya çalışılacak ve akabinde bazı eleştiriler üzerinde durulacaktır.
Öte yandan, geleceğe dair teknik projeksiyonlar ve detaylı politik-ekonomik-siyasi-diplomatik-ticari perspektifler önümüzdeki süreçte akademik formatta ulusal ve uluslararası kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Hasretle beklenen keşif…
Türk devleti daha 19. Yüzyılın ortalarında, küresel siyasetin ve realist bir perspektifle dünya hâkimiyetinin en önemli argümanı olan petrolün ehemmiyetini idrak etmiş ve bu sebeple derhal sınırları içerisinde birçok sızıntı tespit ve kayıt işlemleri yürütme sürecine başlamıştır. 2. Abdülhamid Han ile birlikte devlet aklı bu alana daha da fazla odaklanmış bu bağlamda, küresel sömürgeci güçlerin Türk devletine yönelik tertiplediği nizami ve gayri-nizami saldırıların arkasında, geçmişten gelen tehdit algılarından ziyade sahip olunan hidrokarbon kaynak potansiyelinin olduğu anlaşılmıştır. Bu sebeple, ivedi olarak;
- Verilen göstermelik imtiyazlar kullanılarak kaynak tespiti,
- Demiryolu projeleri ile nakil ve lojistik kabiliyeti kazanma,
- Sanayi hamleleri ile market oluşturma,
- Açılan eğitim kurumları ile mühendis yetiştirme,
- Yerli firmalara tanınan imtiyazlar ile yerli E&P (Arama ve Üretim) şirketlerinin geliştirilmesi gibi hamlelere girişilmiştir.
Fakat ne yazık ki, bu gayretlerin meyvelerini toplamaya Abdülhamid Han’ın hükümran olduğu süreç yeterli olmayınca, bütün girişimler boşa çıkartılmış ve daha 1908 yılında (günümüz verileri ile) dünya kanıtlanmış hidrokarbon kaynaklarının neredeyse %40’ına sahip olan Türk devletinin elinde hiçbir şey kalmamıştır.
Çok büyük mücadelelerle Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeniden Anadolu’da can bulan Türk devleti, her ne kadar çok kısa bir zamanda çok büyük atılımlar gerçekleştirebilmiş ise de, Misak-ı Milli dâhilinde kalan Musul ve Kerkük gibi hidrokarbon zengini olan vatan parçalarının geri alınabilmesine, Ata’nın da ömrü vefa göstermemiştir.
Sonrasında ise aksiyonel hareket kabiliyeti epey kırılan, daha çok içe dönük ve temkinli politikalar izleyen ve yoğun bir soğuk savaş sürecini en az kayıpla atlatmak isteyen Türk devleti içinde derin bir ukde olarak kalan enerji mücadelesinde epey geç kalmıştır. Bu bağlamda enerji bakanlığının kurulumu ve bir milli petrol şirketine sahip olma gibi adımlar dahi kuruluştan yıllar sonra gerçekleştirilebilmiştir.
Bu süreç dâhilinde,
- çok büyük (ağır petrol ihtiva eden Batı Raman hariç) ve verimli keşifler yapamamış,
- büyük balık yakalayamadığı için, büyük balıkçıların da ilgisini cezbedememiş,
- zamanla kendi sınırları dahilinde büyük kaynak potansiyeli olamayacağını kabullenmiş,
- hatta bu kabul çerçevesinde (belki bazı dış veya dışarıdan beslenen iç akılların da telkini ile) “Türkiye’de petrol olmayacağına dair” teknik teoriler dahi kurgulamıştır.
Fakat son dönemde, Türk devlet aklının yeniden; istikrarlı, kararlı, cihanşümul niyetleriyle ayağa kalkan, bölgesine yön veren, dış kaynaklı yaptırımlara boyun eğmeyen, medeniyet coğrafyasına sahip çıkarken, ne kendi hakkını ne de mazlumların haklarını yedirmemeye gayret eden bir duruşu uygulamaya geçirebilmesi sayesinde süreç değişmiştir.
Bu sayede Türkiye (özellikle son dönemde Doğu Akdeniz ile daha da dikkat çekmeye başlayan) mavi vatanına sonuna kadar sahip çıkacağını ortaya koymakla birlikte, bu bağlamda kendisini kuşatan her türlü kirli ittifakla (başarılı, adil ve kararlı bir) mücadeleye girmiş, Kıbrıs, Libya, Suriye gibi geniş bir coğrafyada süreçlere yön verir duruma gelmiştir. Hatta öyle ki, ilgili ihtilaflı bölgelerde dünya devlerini dize getirebilmiş, saha-ekonomi-diplomasi-teknik-askeri-algısal adımları koordineli bir şekilde yürüterek, hedeflerine adım adım, imkânlar dâhilinde yürümeyi sürdürmüştür.
Tam da bu noktada, girişilen “denizlere teknik olarak da hâkim olma stratejisi” ve “Milli Enerji Politikası” kapsamında, hem kara da hem de deniz alanlarında “petrol yok” yalanına kulak asmayıp, büyük gayretlerin ve yatırımların içerisine girmiştir.
Birçok iç ve dış engellemeye, imkânsızlıklara, eleştirilere, uluslararası yaptırıma, tehdide rağmen kararlılığını sürdürmüş ve nihayet kazandığı derin deniz alanlarında yerli imkânlarla arama yapabilme kabiliyeti sayesinde, ilk büyük keşfini gerçekleştirmiştir. Ki bu keşif, Türk enerji tarihindeki en büyük keşif olarak da yerini almıştır.
Bu sebeple bu keşif birçok dengenin de değişmesi anlamını ihtiva etmiştir.
Hangi dengeler değişecek?
- Öncelikle artık Türk devlet aklı geç kaldığı enerji savaşında çok daha heyecanlı, kararlı, istekli ve odaklanmış bir politika izleyebilecektir.
- Bu alanda gücünü arttırması ile enerji kaynakları ile ön plana çıkan medeniyet coğrafyası ile daha etkin iş birliği süreçleri geliştirebilecektir.
- Buradan aldığı güç, umut ve heyecan ile diğer dış politika unsurları ile çok daha etkin müzakerelere girebilecek ve büyük kazanımlar elde edebilecektir.
- Haliyle saha geliştirme planları ve bundan sonraki keşiflere de bağlı olarak, enerjide dışa bağımlılığını azaltacak, cari açığı düşürecek ve hatta belki orta vadede, enerji ihraç eden ve cari fazla veren bir ülke konumuna gelecektir.
- Önemi daha da fazla artarak dünyadaki en önemli kaynak haline gelecek olan doğalgaza sahip olması ile stratejik önem kazanacaktır.
- Buradan elde edeceği kaynak ve sinerji ile diğer alanlarda çok daha etkin hamleler yapabilecektir.
- Elde edeceği finansal imkânlar ile metan hidrat, robotik teknolojiler ve su altı madenciliği alanında da büyük ilerleme kaydedebilecektir.
- Bir enerji merkezi olma noktasında çok daha etkin adımlar atabilecektir.
- En azından (en kötü ihtimalle ve yakın zamanda) bu keşif ile:
- Enerji arz güvenliğine katkı sağlanacak,
- Cari açık azaltılacak,
- Ekonomiyi güçlendirilecek,
- Rusya, İran gibi (rekabet usullü ilişki kurduğumuz) komşularımızla ve diğer ilgili diplomatik ilişkilerimizde hem ticari hem de politik bağlamda daha başarılı ve kazançlı neticeler elde edilebilecektir.
Şimdi bu çerçeveden bakarak, (özellikle sosyal medyada ve dış basında yoğun bir şekilde rastladığımız) bazı tutarsız yorum ve eleştiriler aşağıda kısaca yorumlanacaktır.
Venezuela’da da kaynak var fakat üretemiyor, biz de üretemeyiz?
Böylesi etkin, güçlü, teknolojik atılımlar yapmış, dünyayı defalarca yönetmiş olan devletler kurabilmiş bir akla ve tecrübeye sahip, bölgesel dengelere yön veren ve küresel düzeyde etkin olmaya başlayan, geniş bir medeniyet coğrafyasını miras olarak omuzlarında taşıyan Türkiye gibi bir devlet ile Venezuela’nın karşılaştırılması cahilcedir. Öte yandan Venezuela’nın üretimi maliyetli ve zor olan yüksek sülfürlü ve ağır petrolü ile (ki bu petrolü üretebilmek için ihraç etmesi gerekiyor, içeride market yetersiz) Türkiye’nin keşfettiği düşük maliyetlerle üretilebilir statüdeki gazını kıyaslamak da işi bilmemektendir.
Türkiye keşfetmeyi bildiği gibi, geliştirme planlarını yapacak, ilgili tesisleri kuracak, üretimini ise iç ve/veya dış pazarlara arz edebilecek teknik donanıma, finansal kabiliyete, imkânlara, insan kaynağına sahiptir.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye kardeş ülke Azerbaycan’ın en büyük üreten gaz sahası olan Şah Denizi’nin büyük ortaklarındandır. İlgili tecrübeye zaten sahiptir. Ayrıca Azerbaycan’daki platformlarının inşasını da yine Türk şirketleri üstlenmişlerdir.
Öte yandan saha geliştirme faaliyetlerinin ve ilk üretimin kapsamlı-planlı-yoğun bir çalışma takvimi ile 2023 sonuna kadar tamamlanarak yetiştirilmesi de mümkün gözükmektedir. Bu alana tahsis edilmiş bir sondaj gemisine sahip olmak, istenilen malzeme temini ve yan hizmet desteği konusunda petrol fiyatları sebebiyle piyasaların durgun oluşu da (ki bu yüzden taleplere daha hızlı dönüş alınabilmektedir) sürecin hızlı yürütülmesi noktasında bir avantajdır.
Orta Doğu’da birçok petrol zengini devleti sahip olduğu enerji kaynakları tembelleştirmiş ve dolaylı zarara uğratmıştır, bizde de aynı olur?
Dünyayı yöneten çok sayıda devlet kurmuş Türk devlet aklını ve dinamik, etkin, üretken, cesur, kararlı, idealist, pratik, zeki, merhametli, adil, insancıl ve her dönemde cihanşümul hayallerini muhafaza eden vasıflara haiz toplumsal karakteristiğe sahip Türk milletini bu tarz kıyaslamalarla küçümsemek hiç de tutarlı ve adil değildir. Tarih buna şahittir!
Enerji kartı Türkiye’nin elinde, cihana nizam veren, dünyaya yeniden barış ve huzur getiren, sömürüden ziyade bütünsel bir kalkınma adımına dönüşen neticelere erişme imkânı doğuracaktır!
Türkiye enerji alanında etkin olarak, (yine enerji ile dikkat çeken) medeniyet coğrafyasına sahip çıkabilecektir!
Keşif oldu ama üretim ekonomik değil?
Henüz proje ile ilgili teknik veriler açıklanmış olmasa da, resmi açıklamalar ışığında görülebilmektedir ki,
- milli petrol şirketinin düşük maliyetlerle başarılı sondaj yapabilme yetisi,
- endüstriyel deniz inşaatı alanındaki Türk sanayisinin kapasitesi,
- mevcut fiyatlar sebebiyle hızlı ve ekonomik olarak servis hizmetleri temin edebilme imkanları,
- rezervuar derinliği, bant kalınlığı ve rezerv tahmini gibi yorumlar bu sahanın kolaylıkla mevcut koşullarda ekonomik olarak üretime alınabileceğini ortaya koymaktadır.
Hatta ilk üretimin 2023’te gerçekleşeceği düşünülür ve belki plato üretim seviyesinin de 2025’lerde yakalanacağı tahmin edilirse, ilgili yıllarda (TESPAM bünyesinde yapılan tahminler ışığında) gaz fiyatlarının da yeniden yüksek seviyelere çıkacağı beklentileri ile kar oranlarının da artacağı öngörülebilecektir.
Yani üretim ekonomik olduğu gibi, bundan sonraki olası keşifler ile Türkiye’nin muhtemel ihraç potansiyeli oluştuğunda, uluslararası piyasalarda fiyat bazında rekabet etme imkânı dahi mümkün olabilecektir.
İlgili ihraç senaryolarına dair projeksiyonlar TESPAM bünyesinde çalışılmaktadır.
Bu keşif iç piyasalardaki gaz fiyatlarını etkilemez? Halka bir faydası olmaz?
Bu keşif ile ilgili geliştirme senaryoları hazırlanıp, uygun görülen plan için FID (final investment decision) alındıktan sonra, üretim projeksiyonlarına göre Türkiye’nin gaz arz-talep dengeleri bu minvalde yeniden planlanacaktır. Belki mevcut ithalat yapılan bazı kontratlar uzatılmayacak, belki fiyat azaltımına gidilecek, belki de ihracat hedefleri kurgulanacaktır.
Her şekilde buradan üretilecek gaz yapılan bütün ithalat kontratlarından çok daha ucuz olacağından bütün senaryolarda Türkiye’de gaz fiyatları düşmüş olacaktır. Dolayısı ile halka hem gaz fiyatları bazlı (direkt olarak) hem de (dolaylı olarak) ekonomik, cari dengeler ve yerli üretim-sanayi gelişimi bazında önemli katkıları olacaktır.
Hatta yeni potansiyel kaynaklar ile süreç çok daha farklı noktalara evirilebilecektir.
Bunların yanı sıra, bu keşif sayesinde, EPİAŞ bünyesinde daha liberal bir düzlemde hareket eden etkin bir piyasa oluşturulmasına yönelik çalışmalar da hızlandırılabilecektir. Dolayısı ile bir gaz ticaret merkezi olma hedefine bir adım daha yaklaşılacaktır.
Türkiye’ye izin vermezler?
Türkiye’ye Suriye, Doğu Akdeniz, Libya’da da izin vermemişlerdi…
Dışarıda izin tanımayan bir devlet, içeride izin mi arar?
Öyle tek bir sondaj ile keşif olmaz?
Rezerv rakamı; yeni sondajlar, yeni testler, yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin maliyetleri gibi birçok unsur ile güncellenmesi gereken bir kavramdır. Çünkü rezerv, yeraltındaki kaynağın teknik ve ekonomik olarak geliştirme planı dâhilinde üretilebilir olan kısmını tanımlamaktadır. Dolayısı ile daha sondaja başlamadan dahi sismik verilerin işlenerek yorumlanması neticesinde oluşturulan yapı haritalarına bakılarak, rezerv tahminlerinde bulunulabilecektir. Daha sonra da, testler ve yeni veriler ile bu tahminler güncellenecektir.
Bu noktada bakir bir alanda açılan ilk kuyu ve burada yapılan testler; rezervuar parametreleri, akışkan özellikleri gibi birçok konuda bakış açısının ve tahminlerin daha da netleşmesine imkân sağlayacaktır. Öte yandan, bu adımdan da sonra rezervuar yayılım alanı, rezervuar seviyesinin homojenitesi, su-gaz kontak seviyeleri gibi daha birçok parametrenin biraz daha belirginleşmesi anlamında yeni sondajlar yapılarak; mevcut tahminler, rezervler ve programlar güncellenecektir. Tabii bu durum tek bir sondaj ile ekonomik keşif yapılamayacağı, rezerv açıklanamayacağı anlamına da gelmeyecektir.
Bu bağlamda verilen rezerv rakamını kamuya açık veriler ışığında incelediğimizde,
- Keşif bakir bir alanda gaz varlığını kanıtlamıştır.
- Sismik kalitesi yeterli ise, yayılım alanları ve su-gaz kontağı gibi hususlarda dahi tutarlı tahminlerde bulunabilmek mümkündür. Yani bu sayede tespit kuyularının sağlayacağı verilerin dahi bir kısmına dair bilgiye kısmi erişim sağlanmış olacaktır.
- Keşfin sadece üst zonlardaki rezervuar tabakalarının test edilmesi ile yapıldığı düşünülürse, daha alt seviyelerde de yeni dolu rezervuar tabakalarını keşfetme olasılığı bulunmaktadır. Kaldı ki, sondaj devam etmektedir.
- Ayrıca bu bakir alanda yeni sismik çalışmalar başka büyük potansiyellerin bulunması olasılığını da güçlendirmektedir.
Dolayısı ile veriler yeterli ise tek kuyu ile de bir rezerv rakamı vermek mümkündür. Kaldı ki, sektörde de süreç bu şekilde işletilmektedir. Yeni verilerle rakam güncellenecektir ve mevcut durum açıklanan rakamın yükselme olasılığını güçlendirmektedir.
Öte yandan, ilgili rezerv rakamının açıklanması öncesinde TPAO gibi şirketlerce; çok yönlü, multi-disiplinli, çok kriterli, çok olasılıklı yapay zeka ve yazılım-simülasyon destekli karar mekanizmaları işletilmekte, kompleks bir analiz sürecinin akabinde çıktılar elde edilmektedir. Dolayısı ile hiçbir veriye, altyapıya, tecrübeye, bilgiye haiz olmadan yapılan eleştiriler pek de makul görülmemelidir.
Her seçim öncesinde böyle açıklamalar yapılıyor?
Ülkemizde geçtiğimiz dönemlerde sürekli küçük ölçekli sahaların keşfedildiğine, fakat bu bağlamda yapılan resmi açıklamaların ise yerine göre bazı basın organlarınca ilgili rakamlar ve birimlerin genellikle bilinçsizce kullanılarak servis edilebilmesi sebebiyle yanlış anlaşılmalar yaşandığında şahit olmuşuzdur. Daha sonra ilgili keşifler, çoğunlukla küçük de olsa üretime alınmış ve geliştirilmiş dahi olsa, unutulup gitmiştir. Tabii bilinçsizce oynanan rakamlar (ft3 biriminde olan gaz rezervini varil cinsinden vermek gibi) toplumsal bir güvensizlik algısının oluşmasına sebep olabilmiştir. Bu durumun kurumsal iletişim organlarının müdahalesi ve basın mensuplarına yönelik bazı eğitimler ile düzeltilmesi muhakkak önemlidir. Öte yandan, herhangi bir bilgiye haiz olmadan ve süreci anlamadan eleştiri yapmak yerine, suallerin medeni bir şekilde ilgili kurumlara iletilmesi de hiç şüphesiz en doğru yol olacaktır.
Not: TESPAM bünyesinde bu algı süreçlerine dair bir etkinlik yapılması da planlanmaktadır.
Özetle, Türkiye gerçekten Karadeniz’deki en büyük keşfi gerçekleştirmiştir. Keşfedilen yapı bir kuru gaz sahasıdır. Mevcut verilerle açıklanan rezerv rakamı m3 cinsindendir! Bu bir başlangıçtır ve bölgede yeni keşiflerin yapılabilmesi olasılığı yüksektir. Yakın coğrafyamızdan bu minvalde bir örnek vermek gerekirse: İsrail deniz alanlarında da önce 280 milyar m3’lük rezervi olan Tamar sahası keşfedilmiş, bir yıl sonra da, çok daha büyük bir saha olan Leviathan keşfi gerçekleşmiştir.
Yeterince milli değiliz?
Keşfin yeterince gönüllere sindirilememesi sebebiyle dışarıya kusulan eleştirilerden bir tanesi de; “sondajın milli olmadığı, Schlumberger gibi şirketlere (veya onların altyapısına) yaptırıldığı, milli petrol şirketimizin bütün kaliteli personelinin (%90’lar oranında) emekli ettirildiği”dir.
Öncelikle bu eleştirinin keşif ile ilgisi yoktur. Öte yandan Schlumberger bir sondaj değil, sondaj esnasında bazı detay alanlarda hizmet sağlayan bir servis şirketidir. Yani “sondajın ilgili şirkete yaptırıldığı” gerçeği yansıtmamaktadır. Hatta sondaj ile ilgili servis hizmetlerinin millileştirilmesi amacıyla TPAO bünyesinde OTC isimli bir alt şirket kurulmuş ve bu şirket çok kısa zamanda neredeyse alınan hizmetlerin büyük bir çoğunluğunu üstlenebilecek duruma gelmiştir. Bu çok büyük bir başarıdır. Bu bağlamda, dünya üzerindeki bütün dev şirketler dahi servis hizmetlerini başkasından alıyorken, milli petrol şirketimizin sondajını bu şekilde gayri-milli göstermek hiç de adil değildir. Kaldı ki, bu eleştiride OTC dahi görmezden gelinmiştir.
İkincil olarak, “milli petrol şirketinin bütün kaliteli personelinin emekli ettirildiği” ifadesi de makul görülemeyecektir. Öncelikle şirketlerin iç personel politikaları zamanla değişebilmektedir ve dışarıdan eleştirilmesi pek adil değildir. Emekliye ayrılanlar da, kalanlar da, yeni gelenler de bir kamu personeli olduğu ve devlete bir şekilde hizmet ettiği için bu milletin gözünde değerlidir. Organizasyonel yapı ve personel politikası ile ilgilenmek yerine, bakılması gereken nokta: gayretler, hedefler ve başarılardır!
Kaldı ki, yerine göre tecrübeli yabancı istihdamı ve bazı kritik hususlarda servis hizmeti alınması da profesyonelliğin bir gereğidir. Şükür ki, Türkiye’de devlet kurumları da artık bu profesyonelliğe uygun çalışmaya başlamış ve başarılar elde etmiştir.
Milli Petrol Şirketimize Teşekkürler
Bu gerçekten büyük bir başarı hikâyesidir. Milli petrol şirketimiz, daha önce deneyimi olmasa da, kısa zamanda her türlü engellemeye, tehdide ve zorluğa rağmen büyük bir operasyonel kabiliyet kazanmış ve kararlılıkla ülkesini her alanda temsil etmiştir.
Doğu Akdeniz’de uluslararası standartlara göre hem daha kısa zamanda hem de daha düşük maliyetlerle başarılı bir şekilde tamamlanan sondajlar, yerli üretimin kısa bir sürede %20 civarında arttırılması ve bu son keşif ile Türk devletini umutlandırmış ve bütün Türk milleti ile birlikte, bu millete inanan mazlumları da sevince boğmuştur.
Bu gelişme neticesinde, bu keşfe “SAKARYA” ismi konmuştur!
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” NFK
Not: Süreç, proje, ihracat olasılıkları ve politik yansımaları ile ilgili akademik çalışmalarımız en kısa zamanda okuyucularımız ile buluşacaktır.