Burak KAYAEL (bkayael@tespam.org/tr)
Hepimiz çocukluğumuzdan beri ülkemizin zengin petrol kaynaklarına sahip olduğunu ama yabancıların çıkarmamıza izin vermediği için bunları kullanamadığımızı savunan şehir efsanelerini duyuyoruz ve birçoğumuz da bu hikayelere inanıyor.
Aslında çok güçlü olan ülkemiz ve milletimizin bu tür hikayelerle kendisini kandırması veya uyutmasının devekuşlarının kafasını kuma gömmesinden hiçbir farkı yok. Böyle sert bir söylemde bulunmamın sebebi aslında istediğimiz zaman yapamayacağımız ya da başaramayacağımız hiçbir şeyin olmaması. Bunun en güzel ve en yakın örneği ülkemize müttefik olarak gördüğümüz bazı ülkelerin uyguladığı gizli ambargo sonrası savunma sanayimizin kısa sürede büyük bir atılım yaparak ülkemizin ihtiyaçlarını yerli imkanlarla sağlamaya başlaması. Elbette bu durumda en önemli faktör kararlı ve sürekli devlet desteği.
Aslında bahsettiğimiz bu şehir efsaneleri en çok da bu işin içinde olan biz petrol, jeoloji ve jeofizik mühendislerini ve diğer tüm çalışma arkadaşlarımızı zor durumda bırakıyor ve incitiyor. Senelerce sahalarda (365 gün 24 saat prensibiyle) çalışmanın karşılığı, ağızdan çıkan dış güçler cümlesiyle bir anda uçup gidiveriyor. Esasen içinde bulunduğumuz durumu ya da girdabı yıkıp çıkabilecek bilgi birikimine ve özgüvene sahibiz ancak dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi içine girmeyi hedefleyen bir Türkiye’de devletin akılcı ve küresel petrol sektörü gerçeklerine dayanan bir enerji politikasına ihtiyaç var. Bu politika sadece hidrokarbon kaynaklarını satın almayı değil aynı zamanda onları keşfedecek kendi kaynaklarıyla taşıyacak, işleyecek ve satacak bir milli petrol şirketine de ihtiyaç var.
Bunu sağlamak için kendimize başarılı olmuş ve küresel ya da bölgesel çapta etkin petrol firmalarını örnek alabiliriz. Bunu için milli petrol şirketlerini (NOC) ya da bağımsız petrol şirketlerini (IOC) yazımızın içinde yer yer inceleyeceğiz.
İşin Sırrı: Dikey Entegre Şirket
Uzun yıllardır küresel petrol sektöründe başarıyla uygulanan ancak geçmişte bazı ülke yöneticilerimizin terk etme kararı aldığı bir yönetim şekli dikey entegre şirket. Petrol ve doğal gaz sektöründeki tam karşılığı arama-üretim (upstream), taşıma (midstream) ve rafinaj-satış (downstream) adımlarının tamamına sahip olan bir şirket demek. Aslında milli petrol şirketimiz TPAO kurulduğu yıl olan 1954’ten 1983’e kadar bu şekilde çalışmış ancak o dönemki hükümet tarafından özelleştirilme amacıyla parçalara ayrılmıştır. TPAO (arama-üretim), BOTAŞ (taşıma), DİTAŞ (taşıma), TÜPRAŞ (rafinaj) ve POAŞ (satış) olarak kollara ayrılmış ve bütünlüğü bozulmuştur. O dönem gazetelere yansıyan gerekçe ise TPAO’nun dev bir şirket konumunda olması nedeniyle talip olacak şirketlerin bu kadar büyük bir kuruluşu satın almada çok zorlanacağıdır.
TPAO ile aynı yıl kurulan Brezilya milli petrol şirketi Petrobras’ı incelersek eğer TPAO’nun gittiği yolun tam tersi istikamette giderek başarılı olduğu görülebilir. Arama-üretim kısmına bakıldığında şu an Petrobras dünyanın en büyük deniz (offshore) petrol ve gaz üreticilerinden biri, taşıma kısmında ise 30 petrol ve 16 gaz boru hattına sahip, rafinaj ve satış kısmında ise 48 terminal ve 15 rafineri ile Brezilya’nın en büyük şirketlerinden birisi ve bir dünya devi olma yolunda kararlılıkla ilerliyor. Bunların yanında 19 elektrik santrali ve 2 biyodizel fabrikasıyla da kendine ek gelir elde etme başarısına sahip.
TPAO’dan 20 yıl sonra kurulan Malezya milli petrol şirketi Petronas, 1971’de kurulan ADNOC (Abu Dhabi NOC), 1964’de kurulan Indian Oil hep dikey entegre petrol şirketlerinin başarısını gösteren örnekler.
Örneklerle açıklamaya çalıştığımız sistemin avantajını ekonomik olarak da anlatmaya çalışalım. Petrol ve doğal gaz aramacılığı her yıl milyarlarca doların harcandığı bir sektör. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta harcama kısmı çünkü petrol veya gazı bulup üretmek istiyorsanız ciddi emek ve para yatırmanız gerekiyor. Diyelim ki büyük bir saha keşfettiniz. Bu sahayı birkaç kuyuyla üretime alamazsınız. Sürekli yeni kuyular açmanız lazım çünkü eski kuyularınızın bir süre sonra üretim performansı düşecek ve siz üretiminizi üst seviyede tutmak isteyeceksiniz. Aynı zamanda çıkan petrolü doğrudan rafineriye yollayamazsınız çünkü içinde su, kum, parafin gibi yabancı maddeler olacaktır. Bunun için de bölgede bir üretim/işleme tesisi kurmanız lazım. Bu aşamalardan sonra petrolünüzü rafineriye gazınızı da tüketicilere satabilirsiniz. Ham petrolü rafineriye satmak aslında düşünüldüğü kadar karlı değil ve küresel piyasalara aşırı bağımlı. Özellikle de Türkiye gibi üretim maliyetlerinin yüksek olduğu ülkelerde. Bunun yerine kendi petrolünüzü kendi rafinerinizde verimli bir şekilde işleyebilir ve piyasaya satabilirsiniz. Burada da eğer kendi satış ağınız varsa sistemin tümündeki karı kendiniz elde etmiş olursunuz. Sadece arama/üretim işinde sıkışmış bir petrol şirketi sürekli para harcama noktasında takılı kalır ve devasa rezervler bulmadığı sürece karlılık hayali ile çalışıp durur. Küresel petrol fiyatlarının iniş ve çıkışlarından etkilenerek ülkesine katkıda bulunmaktan uzaklaşır.
Burada çok dikkat edilmesi gereken bir nokta ise şirketin asli işi olan operatörlüğün yanında servis hizmetlerini de kendi yapmaya çalışmaması. Bu kural özellikle paranın harcanma noktası olan arama/üretim kısmında önemli; çünkü böyle bir hareket şirketin masraf yönetimini olumsuz etkileyecek ve projelerin gerçek maliyetlerini belirlenemeyecektir. Tüm servisleri kendisi sağlamaya çalışan bir şirketin boru hattı için gereken boruyu da kendisi üretmesi ya da sondaj ekipmanlarını sürekli yeni tutmak adına yüksek maliyetlere katlanması gerekecektir. Operatör bir şirketin her zaman operasyonel ve personel anlamında esnek olması gerekmektedir.
Ekip çalışması
Ekip çalışması denilince hemen gruplar halinde çalışma akla geliyor. Petrol sektöründe bireysel çalışmanın imkansızlığını bilenler zaten bu iş bir ekip işi diyeceklerdir. Burada asıl kastettiğimiz disiplinler arası birlikteliğin sağlanmasıdır. Özellikle petrol ve doğalgaz aramacılığında ülkemizin ileri seviyeye gelememesinin sebeplerinden birisi de bu eksiklik. Petrol aramacılığı her gün yenilenen ve değişen bir sektör. Buna ayak uydurabilmek için arama/üretim safhalarında yer alan disiplinlerin bir arada çalışması ve birbirlerine tecrübelerini aktarması gerekmekte. Yukarıda da belirttiğimiz gibi petrol ve gaz sahaları canlı varlıklar gibi sürekli ilgi isteyen ve üzerine sürekli düşünülmesi gereken kaynaklar. Dünya üzerinde hiçbir hidrokarbon kaynağı yok ki keşfedildiği haliyle kalsın ve sürekli aynı performansta üretim sağlasın. Her türlü kaynak sınırlıdır ve bir gün tükenecektir. Bu kural dünyanın en büyük petrol sahası olan Ghawar (Suudi Arabistan) için de Türkiye’nin şu ana kadar keşfedilmiş en büyük sahası olan ancak petrol zenginliği için çok az şey ifade eden Batı Raman sahası için de geçerlidir.
Aslında hidrokarbon sahalarını duygusal bir yaklaşımla çocuğumuz olarak görebiliriz. İlk keşfedildiğinde (doğum) henüz bakir (bebeklik) olan sahada tespit kuyuları kazıldıkça karakteri de ortaya çıkacak (çocukluk) ve üretim kuyularının açılması ve üretime geçmesiyle olgunlaşacaktır (yetişkinlik). Sınırlı olan kaynağından bize sunabileceğini sunduktan sonra da güçten düşecek (yaşlılık) ve en sonunda da ömrünü tamamlayacaktır (ölüm). İşte tüm bu ömür boyunca onu nasıl yetiştirip geliştireceğimiz bizim elimizde. Onu keşfeden, üzerinde sondaj yapan, üretime alan ekip rezervi sürekli takip etmeli ve üretimi en yüksek seviyede tutabilmek için gerekli teknik adımları atmalıdır.
Rezervuar yönetimi (reservoir management) adı verilen bu sistemde sahanın keşfedilmesinden sonra o saha ve bölge için özel bir ekip kurulur. Bu ekipte jeoloji, jeofizik, sondaj, kuyu tamamlama ve üretim personeli görev alır. Bu birliktelik sahanın ömrü boyunca devam etmelidir çünkü rezervuarda üretim yapıldıkça değişiklikler olacaktır ve biz de bu değişikliklere ayak uydurmalıyız. Burada düşülebilecek en büyük tuzak yukarıda ekibe dahil olması gerektiğini saydığımız personelin ayrı gruplar halinde ve birbirinden kopuk halde çalışması. Bunun getireceği durum ise ekipler arası çekişme ve çatışma, iletişim kopukluğu ve en son olarak da rezervuarın istenilen performansı verememesi.
Türkiye üzerinden örnekle konuyu işlemek gerekirse ülkemizde üretilen petrolün çok büyük bir kısmı Güneydoğu Anadolu bölgesinden yer alan aynı isimli basenden çıkmaktadır. Buranın içindeki üretim sahalarını da Diyarbakır ve çevresi, Adıyaman ve çevresi ile Batman ve çevresi olarak ayırabiliriz. Bu ayrımlar yapıldıktan sonra her bir bölgeye bir daimî ekip atanarak buraların takibi bu ekiplere verilmelidir. Her ekip sorumlu olduğu sahalarda yürütülen arama, sondaj, kuyu tamamlama ve üretim verilerini takip edecek ve kendi bölgeleri üzerine uzmanlaşacaklardır. Bir arada çalışılması ile de örneğin bir sondaj mühendisi sahanın jeolojisini doğru şekilde öğrenme fırsatı bulacak ve sahada çalışırken gerekli adımları daha bilinçli bir şekilde atacaktır.
Türkiye Yetmez
Büyük düşünen ve büyük adımlar atma hayali olan bir Türkiye’nin milli petrol şirketinin ülke içine kısılıp kalması düşünülemez ve hatta teklif dahi edilemez. Şu ana kadar yapılan yatırım ve çalışmalara dayanarak Türkiye’nin petrol zengini bir ülke olmadığını söyleyebiliriz. Ancak şehir efsanesi diliyle söylemek gerekirse “etrafımız petrol deniziyle çevrili”. Peki biz neden gidip en yakınımızda kendi komşularımızda petrol ve doğalgazı arayıp ülkemize getirmiyoruz? Çok kaliteli yerli mühendis ve uzmanlarımızdan ekipler kurarak bu sahaları neden bulup gerçek değerleriyle almıyoruz? Günümüz sektör şartları (düşük fiyat, yetersiz yatırım) esasen en uygun yatırım fırsatını bize veriyor. Doğal etki alanımız olan Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkiye’yi bekleyen çok sayıda fırsat var. Türkiye’nin bütün bunları yapmaya yetecek kadar tecrübesi ve yetişmiş personeli var.
Türkiye’nin daha önceki yıllarda Türkmenistan, Kazakistan, Mısır, Libya, Irak gibi ülkelerde faaliyetleri oldu. Ancak maalesef bu faaliyetler ülkemizin ihtiyaçlarını karşılayabilecek projelere dönüşemedi. Bu durumun değişmesi için devletin de desteğiyle yurtdışında faaliyetler yürütmelidir. Unutulmamalıdır ki hiçbir şirket arkasında devlet desteği olmadan yurtdışında başarılı olamaz.
Sonuç
Bütün bu yorum ve görüşleri özetlemek gerekirse Türkiye’nin şu an petrol sektöründe yaşanan krizi fırsata çevirmek için elinde büyük bir fırsat var. Devlet tarafından desteklenen ve teşvik edilen, ekonomik yapısı güçlü ve Türkiye’yi gelecekteki hedeflerine taşıyacak bir milli petrol şirketi ülkemiz için olmazsa olmaz. Milli petrol şirketimizin şu anki durumu bunu sağlamaya yetmiyorsa bunun için devletin maddi desteği sağlanmalı, gerekiyorsa personel rejimi değiştirilmelidir. Yapılacak her değişimin ve atılacak her adımın petrol sektörüne hakim kişiler tarafından yönetilmesi gerekiyor.
Petrolün devrinin ne zaman sona ereceğini öngöremiyoruz ancak bir gün daha verimli yakıtlar bulunacak ve gözden düşecek. Bu gerçekleşmeden önce Türkiye’nin bu kritik kaynağın yönetiminde masada yerini alması gerekiyor. Bu da yukarıda saydığımız gibi bir şirket şekliyle olabilir.
Talep edilmesi durumunda TESPAM olarak devlet ve hükümet yetkililerine konu hakkındaki tecrübe ve görüşlerimizi aktarmak için hazırız.