Sifir Karbon Beklenti̇leri̇nde Makul Bi̇r Duruş

Mevcut teorilere göre çoğunlukla karbondioksit salınımının sebep olduğu küresel ısınma, pandeminin getirdiği değişim algısının da etkisi ile çok daha etkin bir şekilde uluslararası gündemde yer almaya başladı. Bir taraftan Covid19 sürecindeki ekonomik durağanlığı ve küçülmeyi önlemek için piyasalarına çok daha büyük miktarlarda para sürebilen gelişmiş ülkeler yeni yatırım imkânlarını değerlendiriyorken, diğer taraftan finansal kriz içinde debelenen gelişen ve gelişmemiş ülkeler (en azından Batı literatüründe bu şekilde tabir edilen) ise nasıl daha fazla borçlanarak hayatta kalacaklarını hesap eder bir pozisyona düştü. Dünyada devam eden bu dengesizlik ve yeni bir dengeye evirilen uluslararası sistemde yükselen (pandeminin etkisi ile belki 10 yılda ulaşabileceği hedeflere 1 yılda erişen) Çin her alanda ABD ile rekabetini ve mücadelesini bir üst seviyeye taşıdı.

Bu bağlamda hiç şüphesiz pandemi ile birlikte küresel dengelerde önemli kırılmalar yaşandı. Birçok ekonomi derin bir darboğaza girerken, gelişmiş devletler piyasaya para sürebildi. Fakat diğer taraftan gelişmekte olan ve az gelişmiş olarak tabir edilen birçok devlet de kendisini borçlanarak hayatta kalma mücadelesinin tam ortasında buldu.

Piyasaya para sürebilen devletler ekonomilerinde şişen likidite balonunun havasını alma maksatlı makul yatırım alanlarının peşine düşerken, diğerleri de ülkelerine yatırım çekebilmek için derin uğraşıların içine girdi.

Öte yandan uluslararası gündem bu minvalde şekillenirken, pandeminin etkisi ile küresel petrol talebindeki dönemsel olarak neredeyse %20’lere varan daralmanın yönetilememesi sebebiyle fiyatlarda büyük gerileme yaşandı. Bunların neticesinde de birçok küçük ölçekli petrol üreticisinin iflas etmesi ve büyüklerin de yeni yatırımlarının çoğunu askıya alması, sanki petrolün devri çok daha hızlı nihayete eriyormuş gibi bir algı oluşturdu.

Tabii petrol üreticisi bütün ülkeler ile birlikte dev petrol kartellerinin küresel etkinliği azalırken, bilişim, teknoloji, elektrikli araç, lojistik, e-ticaret gibi sektörler de bu sürecin getirdiği fırsatlarla büyüme ivmelerini arttırdı.

Tam da böyle bir ortamda, ABD’de (iklim değişikliği ile mücadele süreçlerini pek de gerçekçi bulmayan başkan) Trump’ın yerine Biden’ın gelmesi ile birlikte küresel ölçekte dillendirilen “enerji dönüşümü” sloganları daha fazla duyulmaya başlandı.

Enerji açlığı olmayan, nüfusları azalma trendine giren, cebinde parası, elinde teknolojisi bulunan (hidrokarbon) enerji ithalatçısı konumundaki birçok devletin ve TESLA gibi firmaların da desteği ile şimdi de (net) CO2 salınımını sıfırlamaya dair bir furya uluslararası kamuoyunu meşgul etmeye başladı!
Bu furya dâhilinde, kendince “sıfır (net) CO2 salınımı” hedefini 2100’lerden 2050’lere çeken Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) da bu bağlamda yeni bir rapor yayınladı.

Raporunda da, bütün devletlerin uyması gereğinin ifade edildiği birçok madde sıraladı. Bu maddelerin başında da, 2021 yılı hedefleri dâhiline; keşfedilmiş fakat henüz geliştirilerek üretime alınmamış hiçbir petrol, gaz ve kömür sahasının üretilmemesi gereğini vurguladı!

Mantıksız, teknik – ticari – ekonomik – siyasi – hukuki olarak mümkün ve uygulanabilir olmayan, bencil, dünyanın gerçeklerinden bihaber oluş hissi doğuran, adaletsiz ve kabul edilemez bir öneri uluslararası bir kurum tarafından insanlığın idrakine arz edildi!

Enerji alanında otorite bir kurum olarak algılanan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) bu trend dâhilinde bir yol haritası gibi algılanabilecek olan “Net Zero by 2050 A Road Map for the Global Energy Sector” isimli raporu, içeriğindeki tutarsızlıklardan ziyade, “böyle bir kurumdan nasıl böyle bir model önerisi ortaya çıkabilir?” sorusunu akıllara getirdi.

Peki, ana hatlarıyla bu raporda neler ifade edilmekteydi?

“IEA Net Zero by 2050” Raporunun Ana Tezleri

IEA tarafından hazırlanan ilgili rapora göre aşağıda maddeler halinde özetlenebilecek bazı tespitler ve öneri paketleri ortaya koyulmuştur. Bunlar:

  • Pandemi dönemi dışındaki normal hayata devam edilen dönemlerde, daha önce ortaya koyulan CO2 hedeflerine ulaşılamadı.
  • Pandemi akabinde ise ekonomilerin yeniden toparlanma trendi ile birlikte salınımın yeniden artacağı aşikârdır.
  • Bu sebeple radikal önlemler alınmalı ve bütün devletler bu sürece dâhil edilmelidir.
  • 2030’da küresel ekonomi %40 büyüyecek iken, enerji tüketimi %7 azalacaktır.
  • 2030’da dünya genelinde yıllık yeni elektrik üretim kapasitesi eklenme hedefleri; RES için 390 GW, GES için 630 GW olmalıdır.
  • 2030’da yıllık elektrikli araç satış oranları ise %5’ten, %60’lara çıkarılmalıdır.
  • Özellikle batarya, depolama ve hidrojen alanında geliştirilmeye çalışılan yeni teknolojiler piyasalara inmelidir.
  • Bireysel tüketimlerde konut ısıtmasında verimlilik, ısı pompası kullanımı ve elektrikli araç tercihleri ile %55’lik bir CO2 düşüşü yaşanabilecektir.
  • Ayrıca bireysel araç kullanımının toplu taşıma, yürüyüş vb. sosyal tercih değişimlerine de döndürülmesi gereklidir. Verimlilik dâhilinde araçların maksimum hızlarının dahi düşürülmesi gerekebilecektir.785 milyon temiz mutfak imkânı olmayan insana elektrikli imkân sağlamak için 40 milyar $ gereklidir.
    Temiz enerji istihdam trendi ile sosyal tercihler de değiştirilebilecektir.
  • Hepsinden önemlisi, 2021 yılı itibarı ile petrol, doğalgaz ve kömür alanındaki bütün arama faaliyetleri sonlandırılmalı ve keşfedilmiş fakat üretime alınmamış bütün sahaların da geliştirilmesinden vazgeçilmelidir!

Hiç şüphesiz hazırlanan bu öneri paketlerinde; (adil ve uygulanabilir olmayan) sürece bütün devletlerin dâhil edilmesinden, hedeflenen yeni kapasite oranlarına, belirsiz olan teknolojik atılımlardan toplumsal dönüşüm girişimlerine kadar birçok husus ciddi anlamda eleştirilebilecektir. Fakat hepsinden öte “2021 yılı itibarı ile petrol, doğalgaz ve kömür alanındaki bütün arama faaliyetleri sonlandırılmalı ve keşfedilmiş fakat üretime alınmamış bütün sahaların da geliştirilmesinden vazgeçilmeli” maddesi o kadar mantık sınırlarının dışındadır ki, bu öneriye ilgili raporda nasıl yer verilebildiği şaşkınlık uyandırmaktadır.

Bu kadar mantıksız, uygulanamaz ve tutarsız bir önerinin merkeze konulduğu bir model nasıl olur da ballandıra ballandıra lanse edilebilmiştir?

Hangi petrol üreticisi devlet bu öneriyi kabul edebilecektir?

Burada hedeflenen gerçek anlamda nedir?

“IEA Net Zero by 2050” Raporu ile Ne Hedeflenmektedir?

Dünya petrol üretiminin (aynı zamanda gaz üretiminin) neredeyse %65’i:Bizim medeniyet coğrafyamız olarak da tarif ettiğimiz;

  • (Batı tarafından) gelişmemiş olarak nitelendirilen,
  • Büyük atılımlar yapabilmek için çırpınıp duran,
  • Bununla birlikte elinde sadece fakir fakat genç ve artan bir nüfusa sahip olan,
  • Demografik nitelikleri sayesinde etkinliği her geçen gün daha da belirginleşen,
  • Toplumlarının büyük bir bölümü de Müslüman olan devletler tarafından yapılmaktadır!

Dünya kanıtlanmış petrol, gaz ve uranyum rezervlerinin yarıdan fazlası yine bu coğrafyada yer almaktadır.

Bu rezervlerin birçoğu özellikle finansal nedenler yüzünden henüz üretime alınamamıştır.

Bunların da ötesinde bu coğrafya; çok daha büyük rezerv potansiyellerine gebe konumda olan bakir bölgeler ihtiva etmektedir.

Dolayısıyla Müslüman toplumların devletleri bir gelişme ve atılım sürecindedir.
Bu devletlerin, Batı dünyası gibi ellerinde; gelişmiş teknoloji, oturmuş sistemler, finansal güç vb. imkânlar yoktur.

Bu süreçte sahip oldukları yegâne iki kaynak: büyüyen genç nüfusları ve yer altı kaynaklarıdır.

Yer altı kaynaklarını kullanabilmek için ise ilgili teknolojiler, finans ve insan kaynakları anlamında önemli ölçüde gelişme sağlamışlardır.

Şimdi haksız bir şekilde öne çekilmeye çalışılan bu tutarsız CO2 hedefleri ilgili fakir toplumlarının huzuru, büyümesi, güçlenmesi ve refah elde etmesi için büyük bir engeldir!

Bu sebeple ortaya koyulan bu minvaldeki önerileri uygulanabilir olmadığı gibi adil de değildir.

O halde, bu durum biline biline böyle bir raporun yayınlanması ya bazı şirketlerin hisse değerleri ile geçici bir süre oynayacak algı oluşturmak ya da kapalı kapılar ardında planlanan küresel ölçekli büyük bir adil olmayan baskı sürecinin habercisidir!

Tabii bu sefer IEA gibi kurumların arkasında olan yapıların da karşısında “OPEC+” şekline bürünen yeni ittifak çok daha etkin, güçlü ve iradeli duracak gibi görülmektedir.

Adil, Merhametli ve Uygulanabilir Bir İklim Değişikliği ile Mücadele Vizyonu

Muhakkak özellikle hidrokarbon yakıtların tüketilmesinin sebep olduğu karbondioksit salınımı sebebiyle yaşanan küresel ısınma (ve buna da bağlı olarak iklim değişikliği) üzerine düşünülmesi ve önlem alınması gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Fakat belki de bu bağlamda asıl dikkate alınması gereken;

CO2 salınımına gerçek anlamda son 100 yıldır kimlerin sebep olduğu,

  • Halen kişi başı CO2 salınımında hangi ülkelerin önde gittiği,
  • CO2 salınımını azaltabilmek için izlenebilecek makul, tutarlı ve adil stratejilerin neler olduğu,
  • Bu stratejiler için; kimlerin nelerden feragat etmesi karşılığında, kimlerin ne kazanacağıdır!

İklim değişikliği ile mücadele kapsamında bütün enerjimizin ve kaynaklarımızın uygulanması mümkün olmayan bir enerji dönüşümü ihtirası ile heba edilmesi hiç de mantıklı değildir. Çünkü bu sürecin adil bir şekilde yürütülebilmesi imkânsızdır. Ayrıca bütün ülkelerin enerji dönüşümünü ortaya koyulan hedefler doğrultusunda gerçekleştirebileceği; finans, yaygın teknoloji, sosyal yapı ve teknik altyapı mevcut değildir. İlgili hedefler doğrultusundaki her adım daha fazla bütçe gerektireceğinden, bu bütün ülkeler (özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olarak tanımlananlar) için ek maliyet, büyüme hedeflerinin tutturulamaması, başarısızlık, enerji açlığının giderilememesi ve huzursuzluk olarak geri dönecektir.

Bu duruma devletler arasındaki ihtilaflar, hırslar, gerilimler ve rekabet süreci de eklenirse, enerji dönüşümü hedefleri birçok ülke için güvenlik sorunu olarak dahi algılanabilecektir.

Bu dönüşüm hedeflerini ortaya koyan kurum ve ilgili devletlerin dahi belki küresel ölçekte kümülatif olarak (enerji dönüşüm hedeflerinin finanse edilmesi ve bu bağlamda oluşacak zararın karşılanması dahilindeki) 100 trilyon $’ı bulacak bütçelerin bırakın tamamını binde birini dahi karşılıksız olarak harcayamayacakları tahmin edilebilecektir.

Petrol üreten ve bütün yıllık bütçeleri petrol ihracatına bağlı olan onlarca ülkeye, sahip oldukları yer altı kaynaklarına kilit vurup, karşılığında “bu sayede 30 yıl sonra küresel sıcaklık belki 0,5 oC daha az artacak” şeklinde bir gerekçe gösterilemeyecektir. Öte taraftan birkaç ay önce Texas’ta yaşananlar, enerji arz güvenliğinin sadece RES ve GES merkezli şekillendirilemeyeceğini de kanıtlamıştır.

Demografik açıdan bakıldığında da, küresel ölçekte nüfus artışının önemli bir bölümünü fakir ve orta sınıf olarak kabul edilen toplumlar oluşturacaktır. Hatta gelir düzeyi yüksek olan toplumların nüfus oranları yakın gelecekte düşüş eğilimine girecektir. Bu durum da geleceğin enerji trendlerini fakir toplumların belirleyeceği gerçeğini ortaya koymaktadır.

İlgili tutarsız planları ortaya atanlar şayet yeni suni pandemiler ile vahşice fakir toplumların kırılması senaryolarını çalışmak istemiyorlarsa, o halde ilgili uzun vadeli politikalarını yeniden kurgulamalıdırlar. Bu durumda da, fakir toplumların da yavaş yavaş kalkınacağı ve (bir patlama şeklinde ivmeyle artan) enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için o kadar da büyük bütçelerinin olmadığı gerçeğini göz ardı etmemelidirler.

Sonuç olarak yapılması gereken; iklim değişikliği ile mücadele ve bu bağlamda enerji dönüşümü hedeflerini makul ölçülere indirgeyerek; ortaya daha kabul edilebilir, dünya üzerindeki bütün farklı sınıfa ait olan bireyler tarafından anlaşılabilecek ve sahiplenebilecek, adil ve merhametli bir modelin koyulmasıdır.

Bu bağlamda da;

  • Belki daha basit bir mantıkla, trilyonlarca dolar bütçelerle enerji dönüşümünün çıkmaza itilen sokaklarında dolaşmak yerine,
  • Ormanlaştırma politikaları üzerine eğilmek,
  • Her ölçekte ağaç dikme kampanyalarına girişmek,
  • Enerji dönüşümü ve elektrikli araç süreçlerine de daha sakin, incitmeden, kasmadan, abartmadan, adil ve makul bir ölçüde devam etmek daha uygulanabilir ve bütün insanlarca kabul edilebilir bir yol planı olabilecektir!

 

Yazar