TESPAM’dan Murat Becerikli’nin TÜİÇ’e verdiği röportaj:
Röportaj Soruları
Dünyadaki enerji rezervlerinin yüzde kaçı Ortadoğu’dadır?
Petrol de %48,4 Doğalgaz da ise %43 Ortadoğu’nun rezervlerinin Dünya toplamına oranıdır. Bu oranlar yıllara göre yeni sahaların keşfi, yeni teknolojik üretim teknikleri ve derin sondajlarla sürekli değişkendir. Rezervden ayrı olarak üretimdeki oranlara da bakmak anlamlı olacaktır. Üretimde %30’lar mertebesinde kalan Ortadoğu bölgesinin potansiyeliyle ve çıkarma maliyetlerinin düşük olmasıyla cazibe merkezi olmayı sürdürmektedir. Hangi ülke bu rezervlerden elde edilen gelirleri daha etkin kullanır? Üretim açısından petrolde Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin petrol ihracatında ve işlenmiş petrol ürünlerinde etkin olarak gelir elde ettiği görülmektedir. Doğalgaz da ise İran ve Katar’ın çok önemli bir üretim ve pazara sahip olduğu gözlemlenmektedir.
Soğuk Savaş döneminden bu tarafa ABD- Rusya rekabetini görmekteyiz. Bu durum Ortadoğu’daki enerji politikalarına nasıl yansımıştır?
Ortadoğu’da Soğuk Savaş döneminde özellikle Rusya’nın aktif olmaya çaba gösterdiğini ardından ABD’nin etkinliğinin arttığı şeklinde genellemek mümkündür. Bu durum özellikle OPEC yönetiminde Rusya ve Suudi arasındaki söz sahibi olma çekişmesinde gözlemlenmiştir.
1957 Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu Sahnesine giren ABD, Ortadoğu ülkelerine karşı 1973 Petrol Krizi’nden sonra mı yoksa 2001 Teröründen sonra mı saldırgan bir politika izlemiştir?
Bilindiği gibi Eisenhower doktrini Ortadoğu’da 50’li yıllarda krallıkların devrilip cumhuriyetlere dönüşmesiyle ve Süveyş problemiyle nüfuzunu artıran Sovyet etkinliğine karşı “bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğünü korumak” gerekçesiyle Başkanlarına yetki veren sınırları çok geniş bir dizi kararın alınmasıdır. Bu doktrini takip eden kararlar bölgede yükselen komünizm akımlarına karşı her türlü önlemin alınabilmesini meşrulaştırmıştı. 1973 petrol krizi ve 2001 11 Eylül’ün değerlendirmesini yaparsak ABD’ye sırasıyla ilki ekonomik ikincisi ise fiziksel bir saldırı olarak değerlendirilmektedir. Her iki olay da ABD’nin tüm kurumlarını ve toplumunu top yekûn harekete geçirmesini, tüm imkanlarını seferber etmesini ve bunun için gereken kamuoyu desteğini almasını sağlamıştır. Wilson prensipleriyle kendini sınırlandırma gayretini diplomaside ön plana sürmekle birlikte sahada bu saldırılara geniş çaplı müdahalelerde bulunmuştur. Bununla yetinmeyerek Arap baharı ile toplumsal düzeyde müdahalelerin ardından “Yüzyılın Anlaşması” gibi son dönem yansımaları ile bölgede yönetimleri de yapısal olarak dönüştürme niyetiyle politikalarına devam etmektedir. Toplumsal tabanda karşılık sağlayarak nüfuzunu Dünya genelinde artırmak amacıyla “Demokrasi Zirvesi” konseptiyle yeni ve daha geniş alanlı bir diplomasi inisiyatifini 15 Eylül 2021 Dünya Demokrasi gününde başlatmak üzere çalışmalar yürüttüğü de bilinmektedir.
Bilindiği üzere, Ortadoğu’da özellikle de Körfez ülkeleri rantiyer devletlerdir. Rantiye devlet, otoriterliğin sağlanmasında devletin özellikle de enerjiden sağlanan rant gelirlerini dağıtarak demokratikleşme yönündeki talepleri ve toplumsal baskıları önlediği kabul edilir. Bu bağlamda, Arap Baharının demokratikleştirme talebi körfez ülkelerinde bu sistemden dolayı mı baskılandı? Yoksa arabuluculuk gibi dış politika faaliyetler de etkili mi?
Arap baharı az önce bahsettiğimiz gibi 50’li yıllarda yönetimlerini korumak adına İngiliz etkisinde kalan krallıklara karşı Sovyet yanlısı Cumhuriyetçilere bir rövanşı gibi düşünülebilir. Ortadoğu’da ülkelerin yönetiminde ve toplumsal sözleşmelerde son 50 yıldır devam eden nüfuz etme çalışmaları güvenlik kaygılarıyla aşırı uçlarda kitleler birikmesine ve bunlar arasında uyumsuzluklara sebebiyet vermiştir. Yönetimler, tez ve anti-tez sahiplerinin fikir ve düşünce dünyalarına etkileriyle büyük mali imkanları seferber ederek iktidarlarını ayakta tutabilmektedir. Yönetimlerin tüm imkanları kullanmak suretiyle baskıladıkları/örttükleri kırılganlıkları aslında feodal yapılı yönetimler kadar sözde demokrasi/seçimle yönetilen devletlerinde ortak sorunu ve öncelikli gündemi olmaktadır. Dünya Ekonomik Forum’unun fikri merkezinde durduğu ‘Great Reset’ (Büyük Sıfırlama) kavramı da birbirine tezat ancak ortak sorunlarla çıkmaza giren yönetim/iktidar sorunlarındaki bu karmaşanın daha anlaşılır daha tekdüze hale getirilmesi için ortak anlayış çalışması olarak lanse edilmektedir. Bu yaklaşımın bireysel yaşamına olumlu yansımaları elbette görülecektir. ‘Great Reset’ kavramının merkezinde hükümetlerin insanlığın ortak sorunlarının (sağlık-eğitim-enerji-finansman başta olmak üzere) çözümü karşısında kalacakları yol ayrımının olacağı da şimdiden belli olmuştur.
Doğu Akdeniz’de yaşanan Enerji Diplomasisi krizinde, iki kutuplu mu yoksa, çok kutuplu bir düzen mi hakim? bu kutuplaşmada Arap Baharının etkisi var mı?
Arap Baharı gündelik insani fikirlerle kitlesel karşılık bulmuş daha iyi bir yönetim arzusuyla çıkılan yolda mevcut kamu yapılarının daha da olumsuz hale gelmesiyle sonuçlanmıştır. Son yılların Ortadoğu diplomasisinde ilişkilerin bazı yerlerde karşı karşıya bazı yerlerde ise yan yana görülmesinin nedenleri 3 ana grup olarak tanımlanabilir; devletlerin çıkarlarını daha çok arka kapı diplomasisi ile elde etme tercihleri, yatay hiyerarşik yapıya sahip ülkelerdeki (check and balance mechanism) yönetimlerin karar alma süreçlerinin dikey hiyerarşik yapılarla yönetilen devletlere göre atalet içinde kalarak büyük oyunda edilgen duruma düşmeleri, baskın kutupların kendi düşünce kuruluşlarıyla (think-tanklerinde) oluşturulan muhtelif görüşlerin uygulamasında kararsızlık çekmeleri veya ilerleme göremedikleri alanda birden çok modeli deneme yanılma yöntemiyle uygulamaya kalkmaları olarak sıralayabiliriz. İki kutuplu yapı, çok kutuplu hatta hiç kutupsuz bir düzenle kaotik bir satranç masasını oluşturmuş ancak bu kez nüfuz etme değil doğrudan yönetime etki eder hale gelmiştir. Irak’daki gibi halının altına süpürülmüş sorunlar, Libya gibi kutupların ters oyuncularla hareket etmesi, Yemen’deki gibi iki ileri bir geri adımlar, Cibuti ve Somali’deki yapılanmalar, Sudan’ın geldiği durum ve daha fazlası geçmişten gelen iki bilinmeyenli denklemi polinom haline geldiği bazı örneklerdir. Zayıf yönetim yapılarıyla bölgedeki devletlerin ayakta kalabilmeleri de kendi içinde tekdüze olmayan ve hatta tezatlıklara sahip yapılarla mümkün olabilmektedir.
Doğu Akdeniz’de yaşanan Enerji Diplomasisindeki gerilim Ortadoğu ülkelerinin birbiriyle olan ilişkilerini etkiler mi?
Ticari sonuçların bir an önce alınması gayretinde olan şirketler Ortadoğu’daki kaotik yapıya takılmadan yürütülmesi taraftarı olmakla birlikte devletlerin politik makamlarının onayının birebir alınması görüşüyle kendi içlerinde bir tereddüt de yaşamaktadır. Doğu Akdeniz’deki oyun ön plan da özel şirketler ve saha ihaleleriyle ilerleyen bir piyasa süreci olmaktan ziyade arka planda bölge devletlerinin söz hakkının elinden alındığı uluslararası bir operasyona dönüşmüş durumdadır. Etkilenen diğer tarafların diplomasinin kendi doğal mecrasında Mısır-İsrail-Rum üçgeni arasında olgunlaştırılmaya çalışılan Doğu Akdeniz denkleminde göz ardı edilmesi mümkün değildir.
Daha sonraki süreçlerde Doğu Akdeniz’de yeniden ABD- Rusya rekabeti görmek mümkün mü?
ABD’nin üstünlük kurmaya yönelik bölgedeki varlığı kendi iç politika uyumsuzlukları (Trump-Obama yönetimindeki işleyiş ve kamu diplomasilerindeki yönetişim farkı) bölgedeki devletlerde gerek diplomatik gerekse siyasi açıdan savrulmalara neden olmaktadır. Rusya tarafı daha lineer bir diplomasi yürütmesine rağmen sözün gücünü kullanmakta yetersiz tekil bir söylem oluşturabilmektedir. Savunduğu tezleri destekleyen başkaca devletlerin yanında bulunmayışı ile diplomaside yalnız ilerlemesinin sonucu olarak sözün gücünü (soft power) büyük ölçüde kaybetmiş durumdadır. Her iki tarafın ortak yanı kısa vadede çıkarlarını kaosla savrulan kamu düzenlerinde en üst düzeye çıkabilmeleridir. Bir kenarda biriktirilmiş yönetim sorunlarıyla bir süre daha Ortadoğu’nun sorunlarının devam edeceğini düşünebiliriz.
Doğu Akdeniz geriliminde körfez ülkelerinin tutumu nedir?
Körfez ülkelerinin hangilerinin Doğu Akdeniz’de etkinlik gösterme çabasında olduğuna bakarsak milletlerarası ticaret anlaşmalarına ve hukuka dahi tabiyetleri tartışmalı olan mikro devletler göze çarpmaktadır. Üstelik büyük bir şirketten ibaret olan ülke ekonomileri tamamen hidrokarbona dayalı olduğu halde kendi pazarlarına doğrudan zararı vermesi muhtemel olan bölgedeki petrol ve doğalgaz çıkarma faaliyetlerine sağladıkları katkıyı mantıkla açıklamak pek mümkün görülmemektedir. Yine bir uluslararası mutabakatın parçası olarak da görmek diplomasi açısından yada sözün gücünü artırma faaliyet açısından yorumlamakda yine sarfedilen efor bakımından açıklamaya muhtaçdır. Diğer bir başka açı ise dikey hiyerarşik yapılarla yönetilen bu kent devletlerinin arka kapı diplomasilerindeki son derece kısa karar alma süreçleri gibi etmenlerle başka alanlardaki pazarlıklarının ve sözlü mutabakatlar güdümünde hareket etmeleri çerçevesinde incelemek daha doğru olacaktır. Zira bu devletlerin İsrail ile yürüttükleri son dönem ilişkiler ve dini kurallar çerçevesinde yönettikleri toplumun değerleriyle ters düşen yazılı anlaşmalarını da açıklamak başka türlü mümkün olamayacaktır.
Türkiye- Libya arası sağlanan mutabakat Doğu Akdeniz seyrini nasıl değiştirdi?
Libya ile gerçekleştirilen anlaşma iki ülke arasında gerçekleşmiş uluslararası hukuka uygun bir anlaşma olmasıyla sağlam bir zeminde gerçekleşmiştir. Hukuki dayanaklarının herhangi bir tereddüte imkanı bırakmaması, Akdeniz’in tam ortasının bulunması, doğu-batı istikametindeki deniz altı boru taşımacılığıyla ilgili söz sahibi olunması ve ekonomik faaliyet sahası ile bu anlaşma devletimizin diplomatik gücünü büyük ölçüde artırmıştır. Bu diplomatik güçle birlikte belirlenen alanın bütününde ülkemizin arama ve sondaj faaliyetlerini herhangi bir izne yada mutabakata tabi olmaksızın yürütülebilecek olması, bölgedeki ikili yada çok taraflı anlaşmaların ancak devletimizle mutabakat sağlanarak gerçekleşebilir hale gelmesi, ticari şirketlerin ve finansmanın devletimizin onayını almadan piyasa işlemleri çerçevesinde herhangi bir projeyi gerçekleştiremeyecek olması, bölgedeki çok taraflı diplomatik etkinliklerde masanın başındaki konumuyla devletimizin Bölgesel Güç olarak pozisyonunu tevsik edici nitelikler taşımaktadır.
Bilindiği üzere, Enver Sedat’ın Müslüman Kardeşler tarafından suikasta uğramasının nedeni Mısır- İsrail yakınlaşmasıydı. Sisi döneminde de D. Akdeniz’de de görülmesi iç politikada nasıl bir etki yaratmıştır?
Arap Gazı projesi ve boru hattıyla şekillenen enerji koridoru doğalgaza ihtiyaç duyan bölge ülkeleri için hayati önem taşımaktadır. İsrail bunlardan biri olmakla birlikte sahibi olmadığı doğalgazın ticareti ve yönetimini de elinde tutmak üzere bölgede aktif rol oynamaktadır. Bölge ülkeleriyle doğrudan karşı karşıya kalmaktan imtina ederek son dönemde düşmanlık içinde bulunduğu ülkelerin neredeyse tamamıyla iş birliği anlaşmaları imzalamayı başarmıştır. Bölge insanın başını döndürecek hızla ilerleyen bu süreci aynı anda birbirleriyle ilgisiz devletlerle gerçekleştirebilmiş olması İsrail yönetiminin arka kapı diplomasisinde yalnız olmadığına işaret etmektedir. Bu anlaşmaların iyi niyetli görünen metinlerinin arkasında daha fazla pazarlığı içerdiği konusunda da ciddi bir kanaat de oluşmuştur. Bölgedeki tüm devletlerin, vatandaşlarının ve bunların yönetimlerinin anlaşılması güç, tezatlıklar da içeren farklılıklarına rağmen uluslararası politikalarda her konuda farklı gruplaşmalarla hareket etmeleri de oldukça dikkat çekici olarak yorumlanabilir.