Enerji Merkezi Olma Yolunda Bol Keseden Atmaya Devam Ediliyor!

 

Resmi devlet kanallarına dahi konuk olan, akademik yönü de bulunabilen bazı sözde enerji uzmanlarından bilimsel hiç bir tabana oturamayan yorumlar gelmeye devam ediyor. İşin kötü yanı kamuoyunu yanlış yönlendiren bu tarz yorumlar, başında “Dr.”, “Doç.”, “Prof.” gibi ünvanlar bulunan kimselerce, resmi devlet kanallarında paylaşılıyor.

  • “Türkiye’de petrol ve gaz yok.”
  • “Bu yüzden odaklanmamız gereken bir enerji merkezi olmak!”
  • “Bunun için de TANAP, Türk Akımı gibi önemli adımlar atılıyor.”
  • “Bu noktada Türkiye’nin bir ticaret merkezi olabilmek için;
    • 50 milyar m3’lük ihtiyacı var ise; örneğin 70 milyar m3’ler civarında gaz satın alması,
    • Aldığı bu gazı da kışın talep arttığında Avrupa’ya satması,
    • Bunun için fazla gazı depolayacak tesisler kurması gerekiyor.”
  • “Doğu Akdeniz’den büyük kaynaklar Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmek için bekliyor.”

gibi birçok yaklaşım, ülkemizde ne yazık ki gerçekmiş gibi algılanıyor. Hatta bu algı hataları resmi devlet söylemlerine dahi dönüşebiliyor.

Peki asıl olan ne?

  • Öncelikle Türkiye’de;
    • mevcut jeolojik ve jeofizik yaklaşımlar birkaç defa yeniden yorumlanarak test edilmeden,
    • hazırlanan fay haritaları, katman modelleri, çelişkili yönler yeniden tanımlanmadan,
    • aramacılığın yanı sıra sondaj ve kuyu tamamlama operasyonlarındaki eksikliklerin keşfi nasıl etkilediği ve bu alanlardan kaynaklanan yanlışların nasıl giderileceği anlaşılmadan,

petrol var ya da yok demek bilimsel bir yaklaşım olmayacaktır. Hatta öyle ki, petrol ve gaz potansiyeli hakkında dahi tutarlı bir yorum yapılamayacaktır.

  • Bu sebeple tutarsız bir “petrol ve gaz yok” yaklaşımının ardından giderek, yine aynı şekilde tutarsız olan enerji merkezi olma hayali üzerine de politika geliştirmenin zaman kaybı olacağı anlaşılabilecektir.
  • Tanap ve Türk Akımı ile enerji merkezi olunduğunun zannedilmesi ise kullanılan tanımın ne ifade ettiğinin bilinmediğini göstermektedir. Çünkü bir enerji merkezi; büyük hacimlerdeki farklı kaynaklardan, farklı türler ile bir araya gelen ve işlem hacmi ile dünya piyasalarında etki oluşturabilen bir yapıyı ifade etmektedir. İlgili projeler ise sadece Rus ve Azerbaycan kaynaklı, küresel piyasalar için çok da büyük anlam ifade etmeyecek olan ve Türkiye’yi bir ticaret merkezi olmaktan ziyade, bir geçiş güzergahı olarak ele almaktadır. Yani ilgili projelerin de Türkiye’nin enerji merkezi olmasına bir katkısı bulunduğunu söylemek tutarlı olmayacaktır.
  • “Türkiye’nin bir enerji merkezi olması için ise:
    • 50 milyar m3’lük ihtiyacı var ise; örneğin 70 milyar m3’ler civarında gaz satın alması,
    • Aldığı bu gazı da kışın talep arttığında Avrupa’ya satması,
    • Bunun için fazla gazı depolayacak tesisler kurması gerekiyor.” İfadeleri gaz ticaretinin nasıl yapıldığının, gaz taşıma bedellerinin ve piyasa fiyatlarının nasıl belirlendiğinin, ilgili fiyatların hangi seviyelerde seyrettiğinin, bilinmediğini göstermektedir. Çünkü; öncelikle 50 milyar m3’lük ihtiyaç varken, hangi yıl, +20 milyar m3’ün nereden, hangi fiyatlar ile temin edileceği, temin edilen bu hacmin nerede depolanacağı, depolama masrafları da eklendiğinde, yeni maliyetlerin ne olacağı, sonra yeni yüklenen bu maliyetler ile hedef pazara gazın gerçekten ekonomik olarak verilip verilemeyeceğinin çalışılması gerekmektedir.
    • Bu noktada Türkiye’nin +20 milyar m3’lük bir doğalgaz depolama hacmi olsa dahi; bu hacmi temin etmek için, kaynak, nakil hattı ve hedef pazarlardaki piyasa fiyatları konularındaki engeller böyle bir girişimin yapılabilmesini mümkün kılmamaktadır.
    • Diğer bir ifade ile:
      • Azerbaycan’dan +20 milyar m3 gaz çıkmayacaktır.
      • İran’dan da böyle bir hacim orta vadede çıkmayacaktır. Uzun vadede çıksa dahi bu hacmin Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakli ekonomik değildir. Ki, bu işleme bir de depolama maliyetleri eklendiğinde bu senaryo iyice uygulanamaz bir hal alacaktır.
      • Doğu Akdeniz’de zannedildiği gibi büyük bir ihracat potansiyeli yoktur.
      • Kuzey Irak’ta da zannedildiği gibi büyük bir ihracat potansiyeli bulunmamaktadır.
      • Türkmen gazının da ekonomik olarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma şansı yoktur.
      • Sadece küçük çaplı Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz gazlarından 5 – 10 milyar m3 arası bir hacmin orta/uzun vadede Avrupa’ya sevki söz konusu olabilecektir. Tabii bunun için de satıcıların gazlarını Türkiye’ye satıp, oradan satışı Türkiye’nin gerçekleştirmesi opsiyonunu kabul edeceği beklenmeyecektir.
      • Dostumuz Azerbaycan dahi benzer durumda, gazını Avrupa’ya kendi satmakta ve satış işine Türkiye’yi karıştırmayı kabul etmemektedir.
    • Buradan, Ukrayna örneğinin aksine, sözünde duran bir transit ülkenin aslında üzerinden geçen kaynağın çok da ehemmiyetli olmayacağı anlamı da farkedilebilecektir.
  • “Doğu Akdeniz’deki büyük kaynakların da Türkiye üzerinden geçmeyi beklediği” ifadesi TESPAM ve EnergyPolicyTurkey kaynaklarında defalarca analiz edildiği üzere, İsrail’in ortaya attığı tutarsız bir algı operasyonundan ibarettir. Bu söylemlerin sürekli dillendirilmesi cehalet ya da ihanet vari bir tutumun göstergesidir.

Türkiye’nin bilimsel olmayan ve milli bir yaklaşım taşımayan bu tarz yaklaşımlar ile bir yere varamayacağı da kesindir. Ayrıca maalesef hala “en fazla okumuş kesim” olarak zannedilen akademisyenlerimizin birçoğunun dahi daha çok okumaya ihtiyacı bulunmaktadır.

 

Yazar