Bizim Kıbrıs’ın Türkiye’den ayrılıp, içerisindeki Rumlar ile birlikte (eşit statülerde!) AB’ye müdahil olması konusunda müzakereler Cenevre’de devam etmektedir. 12 Ocak’tan itibaren, adada garantör ülke konumunda olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de sürece resmi olarak müdahil olmuşlardır.
Kamu oyuna yansıyan duyumlara göre, geçmişin aksine, süreçte önemli gelişmeler ve ilerlemeler yaşanmaktadır. Ve bu sefer, çözüm süreci ABD, AB, NATO ve BM yetkililerince çok daha ciddi olarak desteklenmektedir. Hatta öyle ki, bu sefer müzakere sürecinin tamamlanması için belli bir takvim dahi belirlenmemiştir. Her ne kadar Rumların arsız toprak taleplerini Türk tarafının kabul etmediği yönünde duyumlar gelmeye başlasa da, Batı bu sefer bir çözüm elde edileceğine inanmaktadır.
Batı bloğu tarafından ortaya atılan ve kabul edileceği düşünülen genel çözüm; iki eyaletten oluşacak olan, dönüşümlü başkanlık sistemi ile sürdürülebilecek, AB üyesi bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Bu noktada yeniden ada içerisinde nüfus mübadelesinin yapılabilmesi, Türklere ait olacak kuzey eyaletinden, Rumların güney eyaletine bazı ihtilaflı bölgelerin bırakılması ve en son olarak da, garantör ülkelerin adada askeri varlığının sınırları gibi hususlar soru işaretleri ihtiva etmektedir.
Soru işaretli konulardan özellikle Rumlara toprak verilmesi ve Türkiye’nin adadaki askeri varlığından vazgeçmesi maddeleri Türkiye’nin kabullenemeyeceği hususlar olduğu açıktır.
Böyle bir durumda, varsayalım ki; Türkiye’nin istemeyeceği bu iki husus konusunda BM ve Rum tarafı diretmedi (Pek de siyaset ve diplomasi bilmeyen Rumlardan böyle bir hamle beklenmese de) ve bu şekilde bir birliktelik sağlandı. Peki sonra nasıl gelişmeler olabilir?
Maddeler halinde bir tahminde bulunduğumuzda:
- Öncelikle Rumların başkanlığında bir birleşme sağlanacaktır.
- KKTC vatandaşları bir anda Kıbrıs Cumhuriyeti ve AB vatandaşı olmanın özgürlüğünü ve rahatlığını tadacaktır.
- Yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, yeni kıta sahanlığında birçok uluslararası büyük petrol şirketi aramacılık faaliyetlerine başlayacaktır.
- Adanın ekonomisi çok daha iyi düzeylere çıkacaktır.
- Elektrik ve su gibi imkanlar noktasında Türkiye kullanılmaya devam edilecektir.
- Afrodit sahasının geliştirilmesine ek olarak, İsrail’in de (az da olsa) elinde kalan ihraç potansiyeli inşaa edilecek 10 milyar m3’lük bir boru hattı ile Türkiye’ye nakledilecektir. (Maksimum 7 milyar m3/yıl 2027 – 2035 yılları arasında Afrodit’ten, 2025 – 2040 yılları arasında ortalama 3 milyar m3/yıl Leviathan’dan gelecek gazla bu hat doldurulmaya çalışılacaktır.)
- Belki bu hacmin bir kısmı da AB’ye taşınacaktır. (Bu seçenek Türkiye’ye satışlara nazaran, satıcı için daha az ekonomik olacağından pek de tercih edilmeyecektir. Fakat yine de stratejik olarak gazın bir kısmını AB’ye nakletmek isteyebileceklerdir.)
- Bu süreçte AB ve Batı bloğu, zaten üyeleri olan Kıbrıs’da bir Türk askeri varlığı istemeyeceklerdir.
- Bu konuda zaten sürekli köşeye sıkıştırılmak istenen Türkiye de, belki adada yapılacak bir referandum sonrasında, durumu kabul etmek zorunda bırakılacaktır.
- Yani Türkiye Kıbrıs’ı kaybedecektir.
- Kıbrıs’ı kaybettiği gibi kıta sahanlığından da önemli bir alanı kaybedecektir.
- Kaybedilen bu alan, yaklaşık olarak aşağıdaki haritada gösterilmeye çalışılmıştır. Yeşil ile kırmızının kesiştiği bütün alan kaybedilecektir.
Harita1: Olası Bir Kıbrıs Çözümü Sonrası Türkiye’nin Kaybettiği Deniz Alanları
Yani Türkiye mirası olan Kıbrıs ve sahip olduğu deniz alanlarının yanı sıra, güvenlik stratejileri kapsamında da önemli kayıplar verecektir.
Peki böyle bir durumun gerçekleşmesi için çok hevesli olan, gerçek yüzlerini idrak etmeye başladığımız (sözde müttefiklerimiz!) AB & ABD’nin yanı sıra, acaba İsrail’in nasıl bir yaklaşımı mevcuttur?
Orta Doğu’da bitmeden devam eden kanlı oyunlarda, gündemde olan DAEŞ-YPG-PYD-PKK gibi terörist taşeronların arkasında, sessizce planlarına devam eden İsrail acaba hemen yanı başında olan Kıbrıs müzakereleri için ne düşünmektedir?
“The Jerusalem Post” gibi bazı İsrail’li kaynaklar incelendiğinde:
- Cenevre görüşmeleri başarısız olursa, kazananın Rusya olacağından,
- Çünkü Akdeniz’de büyük ilerlemeler kaydettiğinden,
- Bunun önlenmesi gerektiğinden,
- (İhraç edecek öyle abartıldığı gibi büyük potansiyelleri olmasa da) Kıbrıs çözümü ile yapılacak bir boru hattı ile gazlarını Türkiye ve oradan da AB piyasalarına sunabileceklerinden,
- Aksi takdirde bütün gazlarını Mısır’a sevk edeceklerinden, (Fakat Mısır’da yeni keşifler nedeni ile boş gaz sıvılaştırma kapasitesi olacağı şüphelidir. Yani bu yaklaşım da bir algı operasyonudur. Ayrıca, İsrail’in o derece abartılacak bir ihraç potansiyeli de yoktur.)
- Gazlarını Mısır’a sevk ederlerse, Rusya’nın daha da güçleneceğinden, (Rusya zaten Mısır’ın son yıllardaki en büyük keşfi olan Zohr sahasının %30’luk payla ortağı olmuştur. Yani zaten güçlüdür. Ki, bu payı dahi İsrail’in toplam ihraç potansiyelinden fazladır.)
- Rusya’nın Mısır ile enerji alanındaki yakınlaşmasının Türkiye’nin de aleyhine olduğundan,
- Bu sebeple Türkiye ve İsrail’in yakınlaşması gerektiğinden,
- Rusya’nın bu girişiminin Türkiye’nin enerji merkezi olmasını engelleyeceğinden bahsedilmektedir.
Yukarıda ifade edilen yerine göre algısal yönlendirmeler içeren ve tutarsız ifadeler göstermektedir ki:
- Türkiye Kıbrıs konusunda, beklenilenin aksine adımlar atmalıdır.
- Kıbrıs’daki hakimiyetini kaybedeceği hiçbir senaryoyu desteklememelidir.
- Kıbrıs’ta keşfedilmiş çok da abartılamayacak gaz kaynaklarından faydalanmak için çok daha stratejik çıkarlarından vazgeçmemelidir.
- Bunlar ile uğraşacağına, KKTC vatandaşlarına yeni fırsatlar sunmanın yollarını aramalıdır. KKTC’nin Şanghay ülkeleri tarafından resmen tanınmasını sağlamak bunlardan bir tanesi olabilecektir.
- Bölgede de etkisini arttırmak için, kendi kıta sahanlığı içerisinde Rus şirketler ile ortak aramacılık faaliyetlerine girmelidir.
- Bunun karşılığında ise Mısır’daki Zohr sahasından hisse talep etmelidir.
Medeniyet coğrafyasında etkin olmak isteyen ve büyük niyetlere kenetlenen, bu niyetlerinin bedeli olarak da değişen dünya düzeninde tarihinde görülmemiş bir kaosun içine çekilmeye çalışılan yeni Türkiye artık, ABD-AB-İsrail gibi sözde müttefiklerinin! (bütün oyunları başına örenlerin) arzularını yerine getirecek bir Kıbrıs çözümünde yer almamalıdır.
Oğuzhan AKYENER
TESPAM Başkanı