Yazar: Oğuzhan Akyener
Suriye’de devam eden iç savaş, bu iç savaşta taraf olan dış unsurlar, tüm bu unsurların aksiyonları neticesinde vuku bulan dengeler dikkate alındığında; enerji kesinlikle en önemli etmen veya süreçlerin arkasındaki asıl sebep değildir.
Diğer bir ifade ile ilgili iç savaşın sebepleri arkasında enerjinin olduğunu iddia etmek kesinlikle tutarlı değildir.
Bu kapsamda ne Suriye’nin sahip olduğu iddia edilen çok büyük kaynak potansiyeli, ne de Suriye üzerinde kurulan komplo vari boru hattı teorileri gerçeği yansıtmamaktadır.
Suriye sahip olduğu kaynaklarının niteliği, miktarı ve değeri nezdinde komşusu Irak’tan çok farklıdır.
Yine de Suriye’nin sahip olduğu petrol kaynakları (genel anlamda düşük kalitede ve üretimi zor olsa da) bölgede ilgili Batılı aktörlerce terörizmi finanse edebilecek ve niyetlendikleri terörist bir devleti hayata geçirebilmek için yeterlidir.
Diğer bir değişle, Suriye enerji anlamında ilgili dış aktörlerin birbiriyle çatışmasına sebep olabilecek düzeyde değil, lakin bölgede bu aktörlerin bir terörist devleti kurabilmelerine imkân sağlayabilecek niteliktedir.
Bu sebeple hemen yanı başında, sınırları boyunca uzanan bir terör devletini bölgede istemeyen Türkiye’nin bu hususa dikkat edip, terör için en önemli finans kaynaklarından biri olan enerji ticaretini sonlandırmaya yönelik adımlar atması önemlidir.
Türkiye bölgedeki gayri resmi enerji akışını sonlandırıp, bu akışı bölge halkının lehine çevirecek stratejiler kurgulamak zorundadır.
Çünkü bir terör devletini hayata geçirebilecek mahiyette olan bu kaynaklar, bölgede yaşanan zulmün ve yıkımın sebep olduğu yaraların sarılması amaçlı da kullanabilecektir.
Bu amaçla ilgili kaynakları verimli bir şekilde değerlendirebilecek bölgedeki tek unsur da Türkiye’dir!
Rakamlar nezdinde ülkenin enerji potansiyeli ve politikaları ile ilgili birkaç hususa dikkat çekecek olursak;
- Suriye’de resmi rakamlara göre 2,5 milyar varil civarında kanıtlanmış petrol rezervi bulunmaktadır. Lakin gayri resmi veriler ışığında, bu potansiyelin 7 milyar varil civarında olduğu tahmin edilmektedir.
- Kanıtlanmış gaz rezervi ise 300 milyar m3 civarındadır.
- Petrol sahalarının neredeyse %60’ı Hasiçi Viyetinde, %30’u Deyrizor Vilayetinde, kalan %10’u da Rakka ve Humus Vilayetlerinde bulunmaktadır.
- Türkiye sınırından 30 km. içeriye doğru çizilen sınır dâhilinde de bu kaynakların ortalama %25’i yer almaktadır.
- Mevcut petrol sahalarının neredeyse %90’ı PYD’nin kontrolü altındadır.
- PYD bu alanlarda bazı Rus ve ABD menşeili şirketlerin operatörlüğünde, toplamda ortalama 70,000 varil/gün civarında ağır petrol üretimi gerçekleştirmektedir. Üretilen bu petrolün de neredeyse tamamı IKBY’ye satılmaktadır. PYD bu ticaretten ayda ortalama 45 milyon $’lık bir kar elde etmektedir.
- Türkiye’nin Fırat’ın Doğusunda 30 km’lik bir güvenli hat oluşturması durumunda (tabii ülkenin kuzey doğusunda yer alan petrol sahalarını da içine alacak şekilde), küçük ölçekli yatırımlar ve rehabilitasyon çalışmaları ile bölgeden günlük ortalama 100 000 varillik bir üretim yapabilmek mümkün görülmektedir. Hatta bu kapsamda gerek duyulan küçük ölçekli yatırımların da bölgedeki ultra zengin bazı iş adamlarına (aşiretlere) finanse ettirilmesi de mümkündür.
- Bu petrolün ortalama 50 $/varilden satıldığı varsayılır ise, günlük 5 milyon $’lık bir gelir söz konusu olacaktır. Bunun %20’sinin masraflar için harcandığı, %40’ının imar ve bölgesel kalkınma maksatlı değerlendirildiği, kalan %40’ın da ÖSO ve silahlı kuvvetlerimizin güvenlik harcamalarına yönlendirildiği varsayılır ise, ülkemizin elinin bölgede ne kadar rahatlayabileceği daha net anlaşılabilecektir.
- İlgili ticaret zincirleri, farklı senaryolar, sahalar, potansiyel alanlar, yüzey tesislerinin durumları ve bunların politik açıdan nasıl yorumlanması gerektiğine dair birçok husus TESPAM bünyesinde yaptığımız çalışma ve yayınlarda detaylı bir biçimde anlatılmıştır.
Ülkemizin neredeyse bütün dünyayı karşısına alarak, Bismillah dediği Barış Pınarı Harekâtı kapsamında teröre büyük bir darbe indirmeye çalışılırken, bu hususların sürekli idrakinde olunması gereklidir.
ABD’li bazı yetkililerin güncel söylemlerinde geçen,
- “Kuzey Suriye’deki petrol sahalarının güvenliğini sağladık”,
- “bu sahalarda üretilen petrol ile PYD’nin uzun dönemli bize bağlılığını finanse edeceğiz”,
- “bölgedeki sahaların geliştirilmesi için yatırım yapılabilir” gibi ifadeleri de kulak arkası etmeden, ilgili stratejik noktaların teröristlerden temizlenmesi ve bir terör devleti oluşumunun belinin kırılması çok önemlidir.
Aksi halde, ABD – Rusya – Rejim Güçleri ve PYD’nin anlaşabildiği bir ortamda, terörist yapı her ne kadar Türkiye sınırının 30 km. güneyine indirilmiş dahi olsa, daha da artan bir tehdit olma niteliğini sürdürecektir.
Tekrar vurgulanmak gerekirse; bölgede büyük balıkların iştahını kabartacak boyutlarda enerji yoktur! Lakin mevcut kaynaklar bölgede bir terör devleti oluşumunu finanse etmek (yani kirli Büyük Orta Doğu Projesi ‘nin bir kısmını hayata geçirebilmek) için de yeterlidir!
Ancak askeri hamlelerin enerji ile desteklendiği modeller, ülkemizin bölgedeki etkinliğini arttıracak ve üzerimizdeki finansal yükü hafifletmeye fırsat sağlayacaktır.
Bunların yanı sıra, Türkiye enerji politikalarının entegre edildiği askeri harekatlar ile tüm dünyaya ilk defa enerjinin barış ve medeniyet için nasıl kullanılacağını göstermiş olacaktır!
Afrin, Cerablus ve El-Bab’ta ortaya koyduğu modelleri, böyle bir hamle ile çok daha ileri boyutlara taşıyabilecektir.
Gelinen bu noktada enerji daha da önemli bir pozisyona gelmiştir!
Türkiye de bu süreci hem askeri hem de enerji alanındaki teknik-finansal kapasitesiyle yönetebilecek güce sahiptir!
Ayrıca mevcut durumda petrol kaynaklarının Rus ve ABD akılları tarafından (mecburi sebeplerle) çok verimsiz bir şekilde idare edildiği ve buradan elde edilen finansmanın terör unsurları için kullanıldığı düşünülürse, ülkemizin devam ettirdiği müzakere süreçlerinde yeni öneriler ortaya koyması yerinde olacaktır.
Şu minvalde bir öneri getirilebilecektir:
- Fırat’ın Doğusunda kalan ve PYD’nin hakim olduğu bütün alanlardaki mevcut petrol sahalarının Rus-Amerikan-Türk şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum tarafından idare edilmesi,
- Bu sayede, Türkiye’nin sağlayacağı lojistik destek ile ilgili üretim oranlarının 70,000 seviyelerinden kısa zamanda (1. yıl 250,000 varil/gün, 2. yıl 350,000 varil/gün) çok daha büyük hacimlere çıkartılması,
- Üretilen petrolün Türkiye’de işlenerek, arz edilmesi,
- Petrol gelirlerinin yaklaşık olarak; %25’inin masraflara, % 25’inin operatör firmalara (ve varsa yatırımcılara), kalan %50’sinin de bölgenin yeniden imarı ve mültecilerin geri dönmelerinin sağlanması için kullanılacak şekilde paylaştırılması şeklinde bir model makul görülebilecektir.
- 250,000 varil / günlük üretim, (varil başına fiyat 50 $ kabul edilirse) günlük: 12,5 milyon $’lık bir hacim anlamına gelmektedir. Bunun bölge halkı için kullanılacak %50’si: 6,25 milyon $’dır. Bu rakam bir yıla yuvarlanırsa, yıllık bütçe: neredeyse 2,3 milyar $’ı bulacaktır.
Böyle bir modelin özellikle Ruslar nezdinde kabul görme olasılığı yüksektir. Tabii ABD’yi bu minvalde ikna etmeye mecbur bırakmak hiç de kolay olmayacaktır. Her ne kadar ABD ve Rusya çok önceden beri petrol sahalarının paylaşımı konusunda anlaşmış olsalar da, bu anlaşmalar farklı koşullarda ikinci plana atılabilecektir.