“Bu bölüm Oğuzhan Akyener‘in kaleme aldığı “Türk İslam Dünyasında Enerji Birliği” kitabından alınmıştır.
Yaşanılanlar ve tarihi süreçten de anlaşılabileceği üzere, İslam dünyası, özellikle büyük Hakan Abdülhamit Han’ın azlinden beri derin bir kaos ve kargaşa içindedir. Abdülhamit Han’ın verdiği büyük mücadelenin önemli bir kısmı İslam dünyasındaki enerji kaynaklarına sahip çıkabilmek olduğu gibi, kendisine karşı tertip edilen kirli saldırıların da en belirgin sebebinin şer ittifaklarınca bu kaynakları elde etmek olduğu herkes tarafından idrak edilmektedir.
Yüce Sultandan bu yana kan ağlayan İslam coğrafyasının acılarını yeniden dindirebilmek, birliği ve dirliği sağlayabilmek için birçok girişim, fikir, proje ve çalışma yapılmıştır. Fakat hepsi bir noktada tıkanmış ve önemli etkiler doğuramamıştır.
Düzenlenen sayısız toplantı, kongre, alınan kararlar, yapılan para yardımları gibi girişimler; Müslüman toplumlardan oluşan devletlerin etkin bir şekilde bir araya gelerek, uzun vadeli ortak stratejiler belirleyebilmeleri ve netice elde edilebilecek hamleler yapabilmeleri için yeterli olmamıştır.
Günümüzde Kudüs’ün dahi esaret altında oluşu karşısında, Türkiye ve birkaç Müslüman ülke dışında kalan diğer uluslararası İslam topluluklarının kısır tepkileri tablonun analizi bağlamında yeterlidir.
Fakat “Yeni Türkiye” Abdülhamit Han’dan bu yana ilk defa; attığı adımlar, ortaya koyduğu aksiyonlar, dik duruşu ve İslam âlemi nezdinde toparlanarak mazluma yeniden umut olma niteliği taşıyan imajı ile yeniden bu birliği oluşturacak altyapıyı kurmaya çok yaklaştığının sinyallerini vermektedir. Orta Doğu’da, Katar Krizinde, Kudüs oylamasında, Suriye iç savaşı sürecinde yaptığı hamleler neticesinde; yeniden İslam dünyasının lideri ve savunucusu olduğunu tüm dünyaya bir kez daha göstermiş ve bu vasfını kanıtlamıştır.
Dost da düşman da bilmektedir ki; İslam âlemine baş olabilmeye (şer ittifakına başından beri itaat etmek amaçlı kurulmuş Suudi Arabistan, bir darbe iktidarı olan Mısır yada her fırsatta “Şii” ayrımcılığıyla fitnenin merkezi haline gelebilen İran’dan ziyade) en layık olan devlet, kutsal emanetlerin ve hilafetin sahibi / varisi olan Türkiye’dir.
Tabii bu süreçte onca emek verilmiş, zorlu yollar kat edilmiş iken, artık Türkiye’nin de geri adım atma ve başarısız olma lüksü bulunmamaktadır. Türkiye her alanda yeni atılımlara devam etmek, küresel anlamda tüm insanlığın idrakine sunduğu yeni yaklaşım ve üretimler ile itibarını arttırmak ve bu süreçte de, İslam dünyası üzerinde kurgulanan kirli oyunları bozacak altyapıyı oluşturmak zorundadır.
Bu minvalde Türkiye zaten hali hazırda, Azerbaycan, Katar, Kuveyt, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Pakistan, Endozenya, Malezya, Bangladeş gibi Müslüman (ve bazıları hem Müslüman hem de Türk olan) ülkeler ile sıkı bir işbirliğinin içerisine girmiş, safları sıkılaştırmıştır. Ve hep birlikte ilgili ülkelerle bölgesel etkinliğini arttırmayı başarmıştır.
Gelinen bu noktada, Türkiye’nin medeniyet coğrafyası olarak da kabul edilebilecek olan, bütün Türk & İslam coğrafyasına yönelik daha ciddi tedbirlerin alınması ve çok yönlü katkılar sağlayacak, iş birliğini ve finansal etkileşimi en üst seviyelere taşıyacak hamlelerin de atılması elzemdir.
Çünkü Suudi Arabistan öncülüğünde Katar krizi süreciyle birlikte başlatılan ve akabinde yine Suudi Arabistan’daki dönüşüm süreçleriyle daha da netlik kazanan kirli ittifaklar ve oyunlar, hem Türkiye’nin bölgede artan etkinliğine son vermeyi, hem de bir Sünni – Şii çatışması çıkararak, İslam dünyasını bir 50 yıl daha geriye götürmeyi hedeflemektedir.
Bu temel hedeflerin muhakkak ki, çok yönlü alt hedefleri de bulunmaktadır. Fakat şayet önlem alınamaz ve Türkiye’nin müdahale etmeye çalıştığı bu kirli oyun bozulamaz ise, İslam dünyası daha çok uzun süreler yeni kaoslara, çatışmalara ve gözyaşlarına mahkûm bırakılacaktır.
Bu kapsamda Türkiye’nin öncülüğünde safları sıklaştırmak ve daha etkin adımlar atabilmeye imkân sağlamak maksatlı değerlendirilebilecek en somut hamle hiç şüphesiz; İslam coğrafyasının en belirgin yer altı kaynağı olarak sürekli gündeme oturan: enerjidir.
Aşağıdaki, Türkiye’nin medeniyet coğrafyasını ifade eden harita incelendiğinde ve bu haritada kapsamına girecek ilgili ülkelerin kanıtlanmış petrol ve gaz rezervleri (haritanın devamında yer alan tablolarda da görüleceği üzere) değerlendirildiğinde:
Harita 15: Türkiye Medeniyet Coğrafyası
İlgili Ülke | Kanıtlanmış Petrol Rezervi (milyon varil) |
Azerbaycan | 7 |
Kazakistan | 30 |
Türkmenistan | 0,6 |
Özbekistan | 0,6 |
Irak | 153 |
Kuveyt | 101,5 |
Umman | 5,4 |
Katar | 25,2 |
Suudi Arabistan | 266,5 |
Suriye | 2,5 |
BAE | 97,8 |
Bahreyn | 0,1 |
Yemen | 3 |
Cezayir | 12,2 |
Çad | 1,5 |
Mısır | 3,5 |
Libya | 48,4 |
Nijerya | 37,1 |
Sudan | 5 |
Tunus | 0,4 |
Bruney | 1,1 |
Endonezya | 3,3 |
Malezya | 3,6 |
Toplam | 809,3 |
Dünyadaki Oranı % | 47,4 |
Tablo 15: Türk Medeniyet Coğrafyası Dahilindeki İlgili Müslüman Ülkelerin Sahip Oldukları Kanıtlanmış Petrol Rezervleri52
İlgili Ülke | Kanıtlanmış Gaz Rezervi (trilyon m3) |
Azerbaycan | 1,1 |
Kazakistan | 1 |
Türkmenistan | 17,5 |
Özbekistan | 1,1 |
Bahreyn | 0,2 |
Irak | 3,7 |
Kuveyt | 1,8 |
Umman | 0,7 |
Katar | 24,3 |
Suudi Arabistan | 8,4 |
Suriye | 0,3 |
BAE | 6,1 |
Yemen | 0,3 |
Cezayir | 4,5 |
Mısır | 1,8 |
Libya | 1,5 |
Nijerya | 5,3 |
Bangladeş | 0,2 |
Bruney | 0,3 |
Endonezya | 2,9 |
Malezya | 1,2 |
Pakistan | 0,5 |
Toplam | 84,7 |
Dünyadaki Oranı % | 45,3 |
Tablo 16: Türk Medeniyet Coğrafyası Dahilindeki İlgili Müslüman Ülkelerin Sahip Oldukları Kanıtlanmış Gaz Rezervleri52
Not: İlgili tablolarda bazı bölgelerinde Müslüman ve (yine Müslüman olan) Türk topluluklar yaşayan; Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkelerin sahip oldukları kaynaklar ile bir Şii devleti olan İran’ın kaynak potansiyeli dahi dikkate alınmamıştır. Fakat aslında yine Türkiye’nin medeniyet coğrafyası dahilinde kalan bu bölgelerin de denkleme eklenmesiyle, ilgili oranlar çok daha büyük oranlara ulaşmaktadır.
Bu varsayımla (yani İran, Rusya, Çin, Hindistan ve aslında Filistin’e ait olan fakat İsrail’in işgali altındaki bölgelerdeki kaynakların dahil edilmediği) dahi Türkiye’nin medeniyet coğrafyasında kalan ülkeler, yani İslam dünyası, dünya kanıtlanmış petrol ve gaz rezervlerinin neredeyse %50’sine sahiptir. Ve bu rezervler, her türlü enerji dönüşümü süreçlerine rağmen 2100’lerde dahi en önemli enerji kaynakları olarak kalmaya devam edecektir.
Bunların yanı sıra, ilgili ülkelerin birçoğunun rezervi de, yeni çalışmalarla çok daha yüksek seviyelere çıkartılabilecektir. Çünkü arama potansiyeli bir kenara, keşfedilmiş fakat veri eksikliği sebebiyle kanıtlanmış statüsü kazamamış birçok sahanın olduğu da bir gerçektir.
Yani, bu yaklaşım göstermektedir ki; Türkiye’nin İslam dünyasını gerçek ve etkin anlamda birleştirerek, yeniden layık olduğu seviyeye çıkartabilmesinin anahtarı: “enerji”dir.
1967 Arap – İsrail savaşında, İsrail’i destekleyen Batılı güçlere bir ders vermek gayesiyle 1973 yılında örgütlü bir şekilde, OPEC çatısı altında (özellikle Kral Faysal bin Abdülaziz el-Suud öncülüğünde) uygulanan kesinti politikalarının küresel etkileri incelendiğinde; Batının kale dahi almadığı devletlerin enerji kartını kullanarak, neler yapabildikleri görülebilecektir.
Zaten ilgili kesintinin hemen akabinde, ilgili birçok ülkede devrimler ve suikastlar tertip edilmiş (Kral Faysal bin Abdülaziz el-Suud’da bu minvalde hain bir suikast neticesinde öldürülmüş) ve bölgeyi yeni kaoslara sürükleyecek planlar uygulamaya geçirilmiştir.
Bu kapsamda konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, yukarıda da ifade edilen ilgili süreçlerin, Irak – İran savaşının ve sonrasında devam eden gelişmelerin derinlemesine incelenmesinde yarar vardır. Fakat yine günümüze dönüldüğünde, cihanşümul niyetlere sarılan Türkiye’nin bu doğrultuda başarı elde edebilmek ve üzerindeki finansal ağırlığı kolaylıkla hafifletebilmek için enerji alanına ivedilikle yoğunlaşması gerekmektedir.
Çünkü ilgili coğrafyalarda keşfedilmiş kaynaklar, üretim – nakil – satış tesisleri, hali hazırda dönen ticari ilişkiler, yetişmiş insan kaynağı gibi birçok imkân bulunmaktadır. Bunların ivedilikle değerlendirilmesi önemlidir.
Ayrıca günümüz itibarı ile Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü Enerji Komisyonunun da başkanı olması, elindeki imkânlarını daha da arttırmaktadır.
Tam da bu noktada Türkiye’nin adımlarını atmasına imkân sağlayacak, güçlü, başarılı, girişken, konuya vakıf çok sayıda kurum ve kuruluşa ihtiyacı bulunmaktadır.
Diğer bir ifade ile Türkiye’nin çok sayıda başarılı (özel yada kamu) petrol ve doğalgaz şirketi olmak zorundadır.
Bu bilinç ve gaye ile öncelikle ciddi bir akademik altyapıya, eğitim programlarına, analiz kurumlarına ve küresel anlamda rekabet edebilecek, önden gidecek uzmanlara ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bu adımların sonrasında ise sıra, diğer kurumlarımızı şekillendirmeye ve çok sayıda başarılı petrol ve doğalgaz şirketine sahip olabilmeye gelecektir.
Bazı kesimlerce ne yazık ki ülkemiz özellikle bu alanda geri bırakılmaya çalışılmaktadır. Fakat doğru stratejiler ve güzel niyetler ile eksikliklerimiz en kısa zamanda giderilebilecektir.
Ve İslam enerji birliği fikri; bütünleştirici, somut ve etkili bir hamle olarak birçok dengeyi değiştirebilecektir.
Yazar: Oğuzhan Akyener