Oğuzhan Akyener
Enerji alanında makro düzeyde planlar hazırlarken, ülkenin enerji politikalarını belirlerken, önümüze bu konularda gelişim planları ve hedefleri koyarken belki de atlayabildiğimiz ya da üzerinde yanlış algılara kapıldığımız birkaç husus dikkatimizi çekiyor.
Bunlara maddeler halinde değinecek olursak:
- Çok doğru ve yerinde bir strateji olarak, enerjide yerli kaynaklara yönelmeye çalışıyoruz.
- Bunun için her türlü engele ve imkansızlıklara rağmen yoğun çaba harcıyor ve gayet başarılı bir trend yakalıyoruz.
- Özellikle yerli kömür ve yenilenebilir enerji alanında geçmişe nazaran çok daha hızlı adımlar atıyor ve önemli büyüme rakamları yakalıyoruz.
- Yerli kömür alanında yeni rezervler keşfediyor, kaynaklarımızı daha verimli kullanmamızı sağlayacak teknolojiler üzerine yatırımlar yapıyoruz.
- Yenilenebilir yatırımların yanı sıra, bu alanda teknoloji üreten ülke olma konusunda da adımlar atıyoruz.
- Fakat tüm bunlara rağmen, bir alanda çok daha fazla girişime ve hatta devrim niteliğinde hamlelere olan ihtiyacımızı karşılayamıyoruz.
- Bu alanlar hem ülkemiz hem de dünya için, tüketim oranları, birim enerji üretim maliyetleri ve kullanım alanlarıyla en önemli enerji kaynakları olarak karşımıza çıkan petrol & doğalgaz…
Tam da bu noktada daha çok taşıma ve depolama gibi alanlarıyla dikkatimizi celpediyor olsa da, bazı yönleriyle bu kaynakların realitede en önemli olmalarına karşın, hazırladığımız planlar ve politikalar çerçevesinde birincil derece öneme haiz olamadığını, genel tüketim denkleminde etkinliği çok az olan kaynakların dahi gerisinde kalabildiğini görüyoruz.
Tabii kurguladığımız plan ve stratejilerin bu yönlü dizayn edilmesinin arkasında bazı sebepler bulunmakta…
Öncelikle Türkiye’de petrol olmadığı, petrol ihtiva edebilecek olan büyük yapıların bulunmadığı, bulunma olasılığının dahi çok düşük seviyelerde kaldığı, bu yüzden ciddi bir potansiyel olamayacağı yönünde yıllarca oluşmuş algılar bizi petrol ve doğalgazı yerli kaynak olarak niteleyebilmekten ve bu yönde ümitvar olmaktan alıkoyuyor gibi…
Sonrasında belki de gerçekten çok büyük keşiflerin şu ana kadar yapılamamış olması, sektörün tek lokomotifinin bir kamu teşebbüsü olması, bu sebeple bütün yükün ona kalması ve özel yatırımcıların bu alana ilgi duymaması da gelişimin istenilen boyutlarda olmasına engel teşkil edebiliyor.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, yeni Türkiye kendi kaynaklarıyla bırakın kara alanlarını, derin deniz alanlarına yönelik dahi aramacılık hamlelerine girişebilecek cesareti – dirayeti ve vizyonu ortaya koyabiliyor. Fakat bu güzel gelişmelere ek olarak, bizleri ve düşüncelerimizi bu alanda daha ileriye götürecek yeni adımların ve girişimlerin de yapılması gerekiyor.
***
Bu adımları ve bakış açılarını genel hatlarıyla özetlersek:
- öncelikle petrol ve doğalgazın hala en önemli ve ehemmiyet verilmesi gereken enerji kaynakları olduğu ve bunun 2100’lere kadar da bu şekilde devam edeceği gerçeğini kabul etmek,
- bu noktada daha etkin olmaya çalıştığımız medeniyet coğrafyamızın kapılarının anahtarının “petrol ve doğalgaz” olduğunun idrakinde olmak,
- bu kapsamda siyasi ve diplomatik olarak destekleyeceğimiz güçlü, işinin ehli ve başarılı çok sayıda petrol ve doğalgaz şirketine sahip olmamız gerektiğinin bilincinde olmak,
- bu bilinç ışığında özellikle inşaat sektörüne yönlenmiş ve enerji alanında da sadece teşviklere göre risksiz yenilenebilir yatırımlara girişen ve içlerinde çok büyük karlar elde eden yatırımcılarımızı bu alana (gerekirse cebren) sevk etmek,
- bu noktada ülke içi petrol ve doğalgaz sektörünü de geliştirmek,
- yerli sektör kapsamında:
- öncelikle kamu – özel sektör – akademisyen – STK gibi çeşitli unsurların katılımıyla oluşturulan bir komisyonda Türkiye’de petrol ve doğalgazın varlığını, potansiyelini, mevcut modellerin/kurguların tutarlılığını yorumlamak, yeni yaklaşımları analiz etmek ve uygulamak,
- yine ilgili bir komisyon oluşturarak, mevcut üretim sahalarımızın hangi oranda bir verimlilikle sağılabildiğini ekonomik ve teknik perspektifle sorgulamak,
- eksik yönlerin giderilmesi için önlem planları hazırlamak ve teşvik mekanizmalarını ortaya koymak,
- ankonvansiyonel kaynak potansiyelini belirleyebilmek için, öncelikle konvansiyonel tanımlamaları ve modelleri yeniden kurgulamak ve mevcut modelleri yeniden test etmek,
- hazırlanması planlanan modeller kapsamındaki eksik yönlerin giderilmesi için teşvikler hazırlamak,
- hedeflenen modeller ve kaynak tanımlama süreçlerinin istenilen seviyeye geldikten sonra “kaya gazı” ve “kaya petrolü” kaynaklarının tanımlanması ve geliştirilmesine yönelik planlar hazırlamak,
- özel yatırımcıları bu alanlara yönlendirmek ve teşviklerde bulunmak,
- kömür gazı ve metan hidrat kaynaklarının ekonomik olarak tespiti ve geliştirilmesi için bazı yerli teknolojiler üretmek,
- teşvik mekanizmalarını bu minvalde güncelleyerek, yatırımcıları bu alana sevk etmek,
- yatırımcıların akıllarındaki soru işaretlerini giderecek ekonomik model ve risk analizleri ihtiva eden uluslararası standartlara uygun projeler hazırlamak ve yatırımcının önüne koyabilmek,
- aramacılık kapsamında arama sondajı maliyetlerini azaltıcı bazı teşvikler vermek,
- aramacılık noktasında sismik gibi konularda teşvikle desteklenmiş yerli servis hizmetlerinin önünü açmak,
- teşvik programları dahilinde bütün aramacılık girişimlerindeki adımları kurulacak bir komisyonda teknik olarak değerlendirmek,
- petrol ve doğalgaz endüstrisinde kullanılan ekipman ve teknolojilerin yerli üretimini ve ihracatını teşvik etmek,
- bu adımlar ve gelişmeler neticesinde de, belli bir seviyeye ulaşan kurumların ülke dışında da projelere müdahil olabilmesi konusunda destek olmak
gerekli görülmektedir.
Sonuç olarak, ülkemizin resmi yurt dışı gezilerine dahil ettiği ve aslında ekonomik büyümemizde de ciddi etkileri bulunan müteaahitlerini petrolcülere dönüştürme noktasında adımlar atması ve Türkiye’de petrolün olmadığı söylemlerini bir kenara bırakarak, yeniden bir değerlendirme sürecine girmesi büyük önem ihtiva etmektedir.
Bunun yolu da belki de; öncelikle aramacılık mantığımızı değiştirmekten ve daha profesyonel yaklaşımlar ortaya koyabilmekten geçmektedir.