Melih Gökçek’in Teorisi: Depremler ve Sismik Gemiler
Sayın Gökçek’in “Sismik Gemi ile suni deprem yapıyorlar.” teorisini duymayan kalmamıştır. Melih Gökçek’in araştırmacı ruhu herkes tarafından bilindiği için kendisinin tutarsız açıklamalar yapmayacağını düşünebilirsiniz. Aslında haksız sayılmazsınız çünkü bu teorinin ardında gizli olan ve hatta devlet sırrı niteliği taşıyan bir proje yatmaktadır. Bu projenin adı ise High-Frequency Active Auroral Research Program (HAARP)’tır. Türkçe ifade edecek olursak Yüksek-Frekanslı Aktif Işık Araştırma Projesi’dir.
HAARP’ın hikayesi 1900’lü yılların başlarına, elektriğin babası Tesla’ya kadar uzanır. Tesla, iyonosfere (elektrik yüklü iyonlar taşıyan, dünyamızı kozmik veya zararlı ışımalardan koruyan ve haberleşmede kullanılan atmosfer katmanı) gönderilecek küçük elektrik yüklemeleri ile çok büyük miktarlarda enerji açığa çıkarılabileceği teorisini ortaya atmıştır. Hatta bu amaçla, iyonosfer ve dünya arasında iletişimi sağlamak amacıyla yüksek kuleler inşa ederek kablosuz elektriğin ilk adımını atmıştır fakat ölümünden sonra kule inşaatına devam edilmemiş ve proje iptal edilmiştir.
HAARP projesi çok gizli bir devlet projesi (Amerika Birleşik Devletleri) olduğu için bu proje ve proje dahilinde neler yapıldığı hakkında bilinenler kısıtlıdır. Ancak proje kapsamında bir çok deneyler ve testler yapıldığı ve bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar doğrultusunda yeni teknolojilere ulaşıldığı aşikardır. Yeni teknolojilerin ne olduğundan bahsetmeden önce HAARP deyince neden bahsediyoruz kısmına açıklık getirelim.
İyonosfer, dünyamızın atmosferi içerisinde elektrik yüklü iyonlarına ve 60-100 km kalınlığa sahip bir katmanıdır. Elektrik yüklü iyonları sayesinde, güneşten gelen zararlı gaz ve toz bulutlarını emerek dünyamızı radyasyondan korur. Bir anlamda, iyonosfer demek elektrik yükü demek ve bu yük kontrol edilebilirse hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar faydalı ya da bir o kadar da zararlı olabilir. Nitekim, HAARP’ın ana düşüncesinde yatan fikir şu idi: “İyonosfere kontrollü bir şekilde gönderilecek elektrik yükü yine kontrollü bir şekilde dünyanın herhangi bir yerinden geri alınabilecektir.” Düşünün ki dev petrol şirketleri, buldukları devasa rezervler üzerinde elektrik santralleri kurdular ve bu teknoloji ile iyonosfer üzerinden ürettikleri elektriği bütün dünyaya sattılar. Bugün dünya ticaretinde neler değişirdi neler!
Tabii ki, başlangıçta bu amaca yönelik düşünülmüş olsa da, elektrik iletimi projenin tek temel amacı değildi. Çevresel etkileri kontrol etmek ve bunları bir silaha dönüştürerek diğer ülkelere karşı üstün güce sahip olmak projenin askeri ayağını oluşturmuştur. Bu bağlamda, iyonosferde ki elektrik yükü dağılımına küçük bir elektrik yükü ile kuvvet uyguladığımızı düşünün: durağan haldeki elektrik yükleri rezonans (ardışık, kendini yineleyen) salınımlar nedeniyle uyguladığınız küçücük bir kuvveti kocaman bir kuvvete dönüştürecektir. Durumu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir benzetme yapabiliriz: Su dolu bir leğen içine ellerimizi sokup aşağı yukarı ya da sağa sola doğru hareket ettirirsek dalgalar oluştururuz. Hareket ne kadar güçlüyse dalgalar o kadar güçlü ve yıkıcı olacaktır. İyonosfere yapılacak küçük bir yükleme sonucu elde edilecek büyük güç eğer farklı bir noktaya (yere) hassas bir şekilde yönlendirilebilirse o takdirde gerek atmosferde gerekse o noktada ciddi yıkımlara neden olacak ve çevresel değişimler oluşturacak bir bomba gönderilmiş gibi olacaktır. Bir anlamda, bu teknolojiye sahip olan bir Türkiye, kendisine kafa tutan Amerika’nın başkentine bu bombayı göndererek elini bile kıpırdatmadan büyük yıkımlar yapmış ve savaşı kazanmış olacaktır.
Tabii ki, bu konu hafife alınacak bir konu değildir. Zira, iyonosferde yapılacak değişikliklerin hem iyonosfere ve dünyamıza hem de çevreye ve canlı yaşama nasıl etki edeceği konusunda herhangi bir somut veri mevcut değildir. Tahminimce, bunca yıldır gizli gizli yürütülen çalışmalarda elde edilen bulgular henüz bizi aydınlatacak seviyeye ilerleyememiştir ancak bir takım iklimsel değişiklikler oluşturabilme konusunda belirli bir seviyeye gelindiğine dair ipuçlarını görmek mümkündür. Bunun en somut örnekleri olarak anormal iklimsel değişiklikler, ozon tabakasının delinmiş olması (Ozon tabakasına en çok zarar veren ülke Amerika’dır ve ilginçtir ki, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiştir) ve yağış miktarlarının ve sıklıklarının anormal derecede değişiyor olması düşünülebilir.
Son yıllarda, “Elektromanyetik Teori” alanında çığır açan teknolojilerin geliştiğine şahit olmaktayız. Elektromanyetik şok tabancaları ve tüfekleri üretilmiş ve satışları yapılmaktadır. Şok silahlarındaki en büyük sorun pil ömrü veya şarj ömürlerinin kısa oluşudur ancak bu konu üzerinde ciddi yatırımlar yapmakta olan Batı, yakın gelecekte ordularında bu tür silahları kullanmaya başlayacaktır. Bugün bilgisayar oyunlarında kullanılan lazer ve ışın tabancaları gibi silahların yakın zamanda değişik ordularda kullanıldığını görünce şaşırmamak gerekir. Belki hatırlarsınız, Transformers adlı film serisinde piramit üzerindeki makinayı çıkarmaya çalışan robot, Akdeniz’de konuşlanmış bir uçak gemisinden elektromanyetik bir top ile vurulmuştu.
Askeri anlamda kullanım alanı oldukça geniş olan elektromanyetik şok teknolojisini savunma bağlamında kullanmakta mümkün. Şoklama yaparak istediğiniz alan içerisinde bulunan bütün elektronik cihazları kullanım dışı yapabilirsiniz ve kendi cihazlarınız bundan etkilenmeyeceği için siz kendi ağınızda serbestçe iletişim kurabileceksiniz. Bu takdirde düşmanınızın elini kolunu bağlamış olacaksınız. Veya bulunduğunuz alanda birkaç kilometrelik bir yarıçapta hiç kimse sinyal almasın diye elektromanyetik bir balon üretebilir ve istediğiniz süre aralığında bu balonu savunma mekanizması olarak kullanabilirsiniz. Hatta daha ileri gidip insanları kontrol etmenizi sağlayacak şiddette elektromanyetik bir alan oluşturup herhangi bir bölgede asayiş sağlayabilirsiniz.
Bu teknolojiye sahip olduğunuzu düşünün, rakipleriniz veya takipçileriniz “Nükleer Teknoloji” yi öğrenmeye çalışırken siz onların inşa ettiği santraller civarında fırtınalar kopartıp nükleer sızıntılara yol açabilirsiniz. Üstelik merak etmeniz için herhangi bir neden bile olmayacak çünkü elektromanyetik alan görünmezdir.
Gelelim asıl konumuz olan Sn. Gökçek’in iddiası “Sismik gemi ile deprem oluşturmak” fikrine. Tahminimce, HAARP projesinin babası olan J. F. MacDonald’ın bir Jeofizikçi olması nedeniyle sismik gemi ile HAARP projesi bağdaştırılmış ve ortaya böyle bir teori atılmış olma ihtimali yüksek diye düşünüyorum.
Bu noktada kavramların netleşmesi adına, “Akdeniz ve Karadeniz Petrol Aramacılığı Üzerine” adlı köşe yazımda belirttiğim bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. “Sismik Gemi” ler, ses dalgaları aracılığı ile denizlerin altındaki tabakaların tomoğrafisini çekerler. Bir nevi sonar cihazı olup ancak kayıt ettikleri ses dalgalarının ne ifade ettikleri, bir veri işlem ve sonrasında yorum aşamalarından geçtikten sonra netleşir yani sismik gemi uzun bir süreç içerisinde bir adımı teşkil eder. Bu nedenle, sismik gemiler ne sondaj yapar ne de petrolün nerede olduğunu söyler!
Yukarıda bahsi geçen HAARP projesi ilk olarak elektrik taşıma sonrasında silah ve savunma amaçlı bir proje görünümünde olduğuna göre ve eğer ki; gerçekten böyle bir silah üretilmişse neden bir uçak gemisi yerine kıytırık bir sismik gemisine bu silahı yerleştir esiniz? Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülkenin onlarca uçak gemisi olduğuna ve bu gemileri istediği sularda rahatça yüzdürebildiğine göre bu tarz son teknoloji silahları küçük çaplı gemilerde savunmasız bir halde bırakmazdı herhalde!
Ülkemizin aktif faylar üzerinde olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda vardır. Zira bu fayların, diğer ülkelere ve denizlere uzandığı ve birbirleri ile etkileşim içerisinde (biri hareket ettiğinde ona bağlı olarak hareket eden) bir ağ oluşturduğunu belirtmek isterim. Fay mekanizmalarının, basınç etkisi (iki kıtanın birbirini itmesi gibi) ile hareket ettiklerini bildiğimize göre, birbiri ile etkileşimde olan bu fay ağı üzerinde bir noktada bir deprem oluştuğunda zincir reaksiyonu görmeniz gerekir. Doğal süreçte, bu zincir reaksiyon yıllar ve yüzyıllar gibi bir zaman dilimine tekabül etmektedir ancak suni bir etki sisteme empoze edildiğinde bu süreç, saatler ve günler mertebesine inebilir ve dünyadaki diğer fayları da harekete geçirebilir ve kıtasal kabuktaki dengeyi bozabilir. HAARP teknolojisinin depremler üretmek amaçlı kullanılabileceği hususunda bir çalışma grubu kurulduğundan bahsediliyor fakat bu konuda herhangi bir adım atıldığına dair bir duyum dikkatimizi çekmemiştir. Ayrıca, dünya üzerinde kabuğu oluşturan tektonik plakalar birbirleriyle etkileşim halinde olduğundan herhangi bir plaka üzerinde suni depremlerle meydana getirilecek değişimler bütün dünyayı etkileyecektir. Dünyadaki fay ağını ve suni depremlerle hızlandırılacak zincir reaksiyonu düşündüğümüzde, akıllı bir insanın başka ülkelerde felaket oluşturmak için deprem yapayım demesi çok mantıklı gelmemektedir!
Her ne kadar suni deprem oluşturmak için direk uygulanacak bir teknoloji olmasa da dolaylı yollardan, iklimsel ve çevresel değişimler aracılığıyla depremlerin oluş hızlarında bir artışa neden olma ihtimali olabileceğini söyleyebiliriz. Ancak bu ihtimalin çok ama çok düşük bir düzeyde olduğunu ifade etmek yerinde olur. Kaldı ki, gelişmiş ülkelerin hepsi depremlerin önceden tahmin edilmesi hususunda hatırı sayılır bütçeler ayırmakta ve ciddi çalışmalar yapmaktadır.
Asıl önemli husus ise ülkemizin, HAARP teknolojisine yabancı kalmaması ve Batılıların bu proje sayesinde elde ettikleri kazançları telafi edip öğrenmesi gerektiğine inanıyorum. Ülkemizde “Elektromanyetik Teori” ye hakim ve bu konuda faaliyet gösteren firmalar olduğu gibi üniversitelerde de yetişmiş uzmanlarımız mevcuttur. Savunma sanayi için ayrılan ödenekler içerisinde “Elektromanyetik şok silahları” na yönelik bir proje oluşturulmalı ve öncelik verilmelidir. Zira gelecek, pil-batarya veya elektrik enerjisinin depolanması üzerine kurulacaktır! Kendini “Enerji Merkezi” olarak nitelemek isteyen bir ülkenin kendi geleceği için kesinlikle ve kesinlikle bu teknolojide ilk sıralarda yer alması gerekir!
Son olarak, ülkemiz teknoloji üretmek ve Batılı devletleri yakalamak istiyorsa, dikkatini 60-70 yıl öncesinin teknolojisi olan nükleer enerjiye değil günümüz teknolojisi olan “Elektromanyetik Enerji” ye yönlendirmelidir. Böylelikle, söz konusu devletlerin ülkemizde anlayamadığımız bir teknoloji ile depremler oluşturduğunu düşünerek kendimizi küçültmek ve oyalamak yerine olayların bilimsel ve mantıklı açıklamaları üzerinde durmaya başlayabilir ve nihayet teknoloji üretebilir konuma geçebiliriz.