Home / Analizler / Köşe Yazıları / Kuzey Akım-2 Projesi ve ABD

Kuzey Akım-2 Projesi ve ABD

Kuzey Akım-2 projesi bugün gelinen noktada Rusya ile Avrupa arasındaki bir enerji işbirliği projesinden ziyade, siyasi yönüyle geniş yankı uyandıran ve ABD tarafından dile getirilen yaptırım tehditleriyle gündemi hayli meşgul eden bir proje haline gelmiştir. Halihazırda faaliyette olan Yamal-Avrupa ve Kuzey Akım gibi Rusya ve Avrupa devletleri arasındaki devasa enerji projelerine ek olarak 55 milyar metreküplük kapasiteye sahip olması beklenen1 Kuzey Akım-2 projesiyle, Rus gazının transit bir ülke olmaksızın Baltık Denizi aracılığıyla Almanya’nın kuzeyine ulaştırılması hedeflenmektedir. Aşağıdaki haritalardan ilkinde Kuzey Akım ve Kuzey Akım-2 projelerinin rotaları, ikincisinde ise Yamal-Avrupa projesinin rotası gösterilmektedir.

 

Haritalara dikkatli bakıldığında Yamal-Avrupa projesinde Rus gazının Almanya’ya doğru uzanan güzergahında transit ülkeler olarak Belarus ve Polonya’nın bulunduğu göze çarpmaktadır. Kuzey Akım ve yapımı devam eden Kuzey Akım-2 projelerinin güzergahında ise söz konusu taşıma faaliyeti herhangi bir transit ülke olmaksızın Baltık Denizi aracılığıyla sağlanmaktadır. Yamal-Avrupa boru hattı projesi rotasında bulunan ülkelerden Polonya’nın yakın zaman önce bu boru hattı üzerinden transit doğal gaz geçişi konusunda Rusya ile olan sözleşmeyi uzatamayacağını açıklaması2, ayrıca Belarus gibi kısa zaman önce ülkede gerçekleşen seçimlerin sonucunda yaşanan olaylarda da görüldüğü üzere hassas, istikrarsızlığa açık ve çeşitli güç mücadelelerinin yaşandığı bir ülkenin de söz konusu rota dahilinde yer alması, hiç şüphesiz Rusya açısından endişe verici bir durumdur. Bu sebeple de halihazırda faaliyette olan Kuzey Akım’ın yanı sıra, Kuzey Akım-2 projesinin tamamlanıp faaliyete geçmesi halinde Rusya’nın elinin daha da güçleneceği söylenebilir.

Söz konusu bölgedeki denkleme ABD açısından bakıldığında ise Trump idaresindeki ABD, Rusya’nın enerji işbirlikleri vasıtasıyla Avrupa devletleri üzerinde giderek etkinliğini arttırmasına ve özellikle AB’nin lokomotif ülkesi konumundaki Almanya ile yakın bir işbirliği içerisine girmesine sert bir şekilde karşı çıkmakta ve ülkeyi yaptırımlarla tehdit etmektedir. Esasen, ABD’nin bu meseledeki kaygılarının tamamen gerçeklerden uzak ya da temelsiz olduğu söylenemez. Zira Rusya’nın, dış siyasetinde enerjiyi bir araç olarak kullandığı ve birçok ülkeye özellikle de Avrupa ülkelerine olan doğal gaz ihracıyla bir nevi bağımlılık ilişkisi meydana getirmek istediği herkesçe bilinen bir gerçektir. Bunun yanı sıra Rusya’nın Avrupa’da özellikle aşırı sağcı partilere destek verdiği ve böylece de Avrupa’yı istikrarsız bir bölge haline getirmek istediği iddia edilmekte ve mevcut gelişmeler de bunu doğrulamaktadır. Kuzey Akım-2 projesinde de ABD’nin Almanya’ya yönelik yaptırım tehditlerinin ardından aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) Sözcüsü Steffen Kotre, ABD Senatosu’nun bu adımının ‘Almanya’nın egemenlik meselelerine doğrudan müdahale’ olduğunu belirtmiş ve “ABD’nin bu yeni adımı, Almanya ve Avrupa’nın egemen enerji, özellikle de gaz politikalarına karşı bir tür ekonomik savaştır” 3 açıklamasını yapmıştır.

ABD, Kuzey Akım 2 projesinin yanı sıra Türkiye’nin transit ülke olarak yer aldığı, Karadeniz vasıtasıyla Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak olan ve yılda 31,5 milyar metreküpe kadar doğal gaz taşıması öngörülen4 Türk Akımı projesine de karşı çıkmakta ve bu projeye katılan bazı şirketleri yaptırımlarla tehdit etmektedir. Bu bağlamda da ABD’nin Rus – Alman işbirliğinin yanında Rus – Türk işbirliğinden de son derece rahatsızlık duyduğu söylenebilir. Öyle ki Rusya ile Türkiye arasındaki enerji işbirliğine ek olarak savunma alanında da sağlanan işbirliğinin göstergesi olan S-400’lerin Türkiye’ye satışı meselesi halen ABD tarafından unutulmamakta ve gündemdeki yerini korumaktadır.5 Netice itibariyle, ABD ‘Trump Doktrini’ çerçevesinde her ne kadar en büyük hasmı olarak Çin’i belirleyip ilgisini Asya Pasifik bölgesine kaydırsa da Rusya’nın ABD nüfuz alanındaki bölgelerde hakimiyet tesis etme çabalarını da hoş karşılamamaktadır. Ancak, Rusya’nın gerek Avrupa gerekse Ortadoğu’da son yıllarda etki alanını giderek arttırmasının belki de en önemli sebebi, ABD’nin bu bölgelerde yanlış stratejiler izlemesi ve bunun sonucunda da ABD liderliğinin sorgulanmasıdır. Zira Trump döneminde ABD, gerek Korona sürecinde gerekse George Floyd olaylarında görüldüğü üzere giderek iç meselelerine odaklanan, NATO gibi uluslararası örgütlere şüpheyle yaklaşan, korumacı bir iktisadi söylem geliştiren ve en başta da Çin’le giriştiği ticaret ve teknoloji savaşları sonucunda kendi hegemonyasına dayanan liberal düzenin en temel yapı taşlarıyla mücadele eden bir ülke izlenimi vermektedir.

Kemal Kısa

Yazar