KÜRESEL KORONA DALGASI

Oğuzhan Akyener

 

Çin’de başlayarak bütün dünyada yayılmaya devam eden Korona virüsü salgını, bireylerden, devletlere, devletlerden de uluslararası sisteme kadar her şeyi tahmin edilemez boyutlarda etkilemektedir. Reel sağlık boyutunun çok ötesinde, algısal bir korku iklimi oluşturan, yüksek bulaşıcılık özelliğiyle hayatı durma noktasına getiren, globalleşme düsturunu yeni teknolojilerin entegrasyonu ile yepyeni bir çerçeveye hazırlayan ve 2000’li yılların başından beri haykırışlarını duyduğumuz yeni dünya düzeninin makro düzeydeki sancıları arasında da kabul edilebilecek olan bu tür biyolojik riskler; gerçekten öngörüleri altüst eden bir kontrolsüzlükle ilerlerken, oluşturduğu kriz ortamında yeni fırsatlar da sunabilmektedir.

Tabii bu süreçte, kriz ve fırsat ayrımının çok dikkatle yapılması, fırsat hamlelerini tasarlarken, en azından bazı öngörülerde başarı elde edilebilmesi, bunun için mevcut durumun doğru tanımlanması ve son olarak da hareket kabiliyeti için elde bazı imkânların olması gerekmektedir.

2020’nin başında lokal bir grip salgını gibi algılanan, fakat şimdi bütün dünyanın başındaki en büyük musibet haline gelen Korona virüsünün, yakın ve orta gelecekteki direkt ve dolaylı etkilerinin neler olabileceği merak uyandırmaktadır.

Bu merakın giderilmesi için ihtiyaç duyulan cevapları vermek, öngörülemez birçok faktör yüzünden çok zor olduğundan, öncelikle sağlıktan ziyade ekonomik etkilerinden başlayarak analize girmek daha yerinde olacaktır.

Herkesin malumudur ki, Korona virüsünün oluşturduğu algısal korku iklimi neticesinde, hayatın durma noktasına gelmesi sebebiyle birçok reel sektörde büyük bir talep azalması yaşanmıştır. Petrol, ulaşım (kara-hava-deniz), turizm, otomotiv merkezli üretim ve lojistik alanlarının yanı sıra, neredeyse bütün yönleriyle hizmet sektöründe büyük kayıplar gerçekleşmiştir. Küresel ekonomi hali hazırda normal şartlara kıyasla %15 ila 20 arasında küçülmüştür. Şubat ayının 2. haftasından bu yana geçen süre zarfında, küresel borsalardan toplamda 26 trilyon $’dan fazla para çıkışı gerçekleşmiştir. FTSE, Dow Jones,Nikkei gibi piyasalarda % 30 civarında kayıplar yaşanmıştır.

Devletler nezdinde, büyüme hedefleri ve bu minvaldeki adımlar ikinci plana atılırken,

  • Bireylere yönelik sağlık politikaları,
  • Sosyal takviyeler,
  • Finansal destek paketleri,
  • Kurumların iflasının önüne geçmek için önlem mekanizmaları,
  • Piyasalardaki çakılmanın etkilerini azaltmaya yönelik finansal ya da algısal girişimler hayata geçirilmeye çalışılmıştır.

Bütün dünyada birçok devlet için resesyon tahminleri öne sürülürken, ABD, AB ve IMF tarafından küresel piyasaları etkileyen bazı önlem stratejilerine dair açıklamalar yapılmaya başlanmıştır. Öncelikle FED’in faiz azaltması ve piyasalara (yerine göre sınırsız) para sürüleceği, bu kapsamda Trump’ın4 trilyon $’lık ek paket mekanizmasına dair açıklamaları, süreci kısa vadeli algısal bir terse dönüşe sürüklemiştir.

2008 krizinde de ABD piyasalara 8 trilyon $ civarında para pompalamıştır. Fakat o dönem sürecin tersine döndürülmesi için gerekli olan finanstır! Fakat şimdiki durumda, her ne kadar piyasalara yeni para girişi, birçok stok piyasasında olumlu karşılanmış ve borsalarda yukarı yönlü trendi başlatmış olsa da, bu durum talep daralmasının pek de önüne geçemeyecektir!

Orta vadede, düşük faizli krediler ile yeniden balonlaşma, önüne geçilemeyen enflasyon ve daha farklı ekonomik risklerin oluşması söz konusudur. Tabii yine de bir resesyon trendini düşürebilmek için finans gereklidir. Önemli olan bu finansın nasıl etkili kullanıldığı ve doğru kurum ve şahıslara kullandırılabildiğidir.

Süreç yönetiminde dikkat edilmesi gereken başlıca konular:

  • İzolasyon sayesinde, sağlık sisteminin kapasitesini aşmayacak vaka sayısının sağlanması ve bu sayede sürecin yönetilebilir kalması,
  • İzolasyon döneminde ekonomik paketler ile büyük kırılmaların önüne geçilerek, denge kurulmaya çalışılması,
  • Kurumları hayatta tutmaya çalışarak, orta ve uzun dönemli arzın ve talebin sürdürülebilirliğinin sağlanması,
  • Bu sayede kalıcı işsizliğe ve iflaslara engel olunmaya çalışılması,
  • Korku ve kaos ortamına düşülmeden, sürecin yönetilmesi,
  • KBRN ve biyolojik tehditlere karşı toplumsal farkındalığın şimdiden oluşturulması (çünkü KBRN riski artarak devam edecek gibi görülmektedir)
  • Finansal destek paketlerinin doğru şahıs ve şirketlere kullandırılması,
  • Bütün ek finans paketleriyle uluslararası yatırım fırsatlarının değerlendirilmesi ve ülkeye uzun vadede çok kazandıracak hamlelerin yapılması (özellikle petrol sektörü olabilir),
  • Birçok farklı kurum ve bankanın piyasaları rahatlatmak için pompaladığı yeni finans sarmalının oluşturacağı “yüksek oranlarda likiditenin mevcut olduğu süreç” için, salgının gerileyeceği dönemde küresel atılımlar yapabilecek stratejilerin kurgulanması (Not: Çin bu sürece diğer tüm ülkelerden hızlı başlamıştır!),
  • Bu süreçte iflas edebilme ihtimali olan devletlere (İran ve Venezuela yönetimlerindeki olası değişimler gibi), yönelik bazı stratejiler geliştirilmesi, yine ilgili olası risklere karşı tedbir alıp, fırsatların değerlendirilmesi
  • Kriz sonrası süreçte bankacılık sektörüne binecek yoğun yükü azaltmaya yönelik eylem planlarının hazırlanması

olarak düşünülebilecektir.

Tabi bu sürecin ne kadar uzayacağı belli olmadığından, yapılan öngörüler, bu öngörüler ışığında alınan tedbirler, imkân ve kabiliyetlerin yönetiminde de riskler oluşabilecektir. Salgına karşı belli oranlarda toplumsal bağışıklığın oluşturulması, yayılım hızının kontrol altına alınması, vaka sayısının doğru tespit edilebilmesi, karantina süreçlerinin yönetimi, aşı veya ilaç geliştirilmesi gibi konuların hepsi planlama süreçlerinde dikkat edilmesi gereken, tahmini zor olan diğer konulardır.

Hiç şüphe yok ki, bu süreçte yeni basılan paralar ile uluslararası borsalardan hisse değeri düşmüş şirket hisselerini toplamaya muktedir olabilecek “parayı doğru yönetenler” en karlı çıkacak gruplar olacaktır. Bu noktada bütün taraflar krizi fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple enflasyon hesapları bir kenara atılarak, algısal korku ikliminin oluşturduğu sisli ortamda, yeni tarzıyla küresel ölçeğe yayılan çok yönlü ticaret savaşları devam etmektedir. Uluslararası sistemi tanımlamaya çalışan birçok teori, sürecin analizinde kısır kalsa da, yeni dünya düzeni modeli sürekli birçok aktörün farklı girişimiyle evrilmekte ve gelecek her an yeni dokunuşlarla tahmin edilemez boyutlarda farklı noktalara doğru akmaya devam etmektedir.

Bu makro düzeydeki teoriler her ne kadar, “üçüncü dünya savaşı”, “küresel gizli güçler tarafından olağanüstü bir idrakle yönetilen süreç”, “sil baştan bir yeni dünya düzeni” gibi komplo-vari söylemleri düşündürse de, tablo o kadar da basit düşünülmemelidir. Çünkü dünyada birçok güç dengesi vardır ve süreç hiçbirinin tek başına yönetim sağlayamayacağı kadar karışık ve dinamiktir. Bazı güncel örnekler vermek gerekirse,

  • Trump’ınhali hazırda seçimleri alacağı kesindir. Lakin seçime kadar geçecek zorlu süreçte oy kaybedecek olması da muhtemeldir. Trump’ın rakipleri bu süreci aleyhine kullanacaklardır. Özellikle küresel finans baronu olarak tanınan birçok aile Trump yönetimini ve ABD içerisinde hali hazırda etkin milliyetçi askeri grupları tehdit olarak kabul ediyor ve Trump’ın rakiplerini destekliyorken, bu mücadele daha da ayyuka çıkacaktır.
  • ABD’de Trump’ı devirmek isteyen ilgili aileler, Avrupa’da da istedikleri değişiklikleri yaparak bu süreci maksimum karla tamamlamak isteyeceklerdir.
  • İlgili küresel finans baronları bu hamlelerin yanı sıra; ABD, Avrupa, Çin ve diğer kritik ülkelerdeki stratejik kurumların ve şirketlerin de, kriz sebebiyle düşen hisselerini uygun bütçeler ile toplayacaklar ve daha etkin – daha zengin olmaya çalışacaklardır.
  • Bu sayede Çin üzerindeki etkinlikleri de artacaktır.
  • Zaten ilgili virüs salgını operasyonu öncesi Trump’ın hamleleri neticesinde geri adım atan Çin ile ABD’nin ticaret savaşlarında yumuşama eğilimine girmesi de, ilgili küresel finans baronlarını rahatsız etmiştir.
  • Bu küresel virüs krizi sayesinde çok yönlü kazanç sağlayarak, dünyanın birçok yerinde farklı emellerine ulaşabilecek imkânlar elde etmeye çalışacakları tahmin edilebilecektir.
  • Öte taraftan bu süreci Trump’ın aleyhine olarak Çin, Almaya, İspanya, İtalya, İran ve Fransa da güçleri doğrultusunda destekleyecek, en azından isteyeceklerdir.
  • Trump yönetimi de öte yandan, bu süreçte Çin’in daha da zayıflamasına, ABD’nin küresel ölçekte parayı daha fazla kontrol edebilmesine zemin hazırlayacaktır.
  • Brexit ile tam da bu sürecin başlangıcında AB’nin yükünü omuzlarından atan İngiltere, Çin ve küresel para baronları ile yerine göre paralel gözüken, eş zamanlı olarak, kimseyi karşısına almayacağı bir diplomasiyi sürdürmeye devam edecektir.
  • Rusya ilgili kaostan faydalanarak, ABD ve Çin’den doğan bütün boşlukları doldurmaya çalışacaktır.
  • Trump bu süreçte (petrol fiyatlarının da çakılması ile) ciddi yara alan İran ve Venezuela yönetimlerini değiştirmeye çalışmaya devam edecektir. Ve belki başarılı da olacaktır.
  • Türkiye ilgili küresel güçlerin her boşluğundan faydalanarak, bölgesinde daha etkin olmak, bölgesel sorunlarına çözüm bulabilmek ve mazlum medeniyet coğrafyasına sahip çıkabilmek için gerekli adımları atacaktır.
  • Türkiye’de mevcut iktidarı devirmek isteyen bazı gruplar ise, Trump örneğinde olduğu gibi, sürecin iyi yönetilmediği ve çok daha vahim senaryoların yaşandığı algısı ile seçimlere oynama fırsatını kollayacaklardır.
  • Almanya üzerine çok yük almadan AB’nin sorunları ile uğraşmaya devam edecek, Fransa ise NATO’dan bağımsız askeri modelleri kurgulayabilmek için çalışmalarını sürdürecektir.

Dolayısıyla, bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, krizi herkes fırsat olarak kullanmaya çalışacaktır. Bu krizden birilerinin fırsatlar çıkarması ve kar etmesi, bu krizi onların çıkarmış olduğu anlamına da gelmeyecektir. Öte yandan, bu süreçten belki de demografik olarak en az etkilenen, bu sayede de en karlı çıkacak dini grup Müslümanlar olacaktır. Fakat bu krizin arkasında Müslüman bir yapının olma ihtimali sıfırdır. O halde tutarsız komplo teorilerinden ziyade, olasılıklar üzerinde yorumlar geliştirmek daha mantıklıdır. Diğer taraftan, bu süreci başlatmış olma ihtimali en yüksek olan grup da hiç şüphesiz küresel finans baronlarıdır! Bunun idraki ile ABD, Türkiye ve hatta yerine göre bazı durumlarda Rusya’nın bazı ortak çıkarları doğrultusunda eş güdümlü politikalar belirlemesi bile mümkün olabilecektir. Tabii, farklı durumlar, ilgili yapıların küresel finans baronlarıyla da farklı alanlardaki ortak çıkarları için iş birliği yapamayacağı anlamına gelmeyecektir. Çünkü devletler, farklı çıkarları doğrultusunda müttefikleri ya da tehdit olarak gördükleri devletler ile aynı anda hem çatışabilecek, hem de iş birliği yapabilecektir! Bu küresel siyasetin değişmez kuralıdır! Bu sebeple komplo teorilerinde her zaman açık kapılar bırakılmalı ve bunun yanı sıra, artık gerçekten insanlığın geleceği için bazı ortak kararlar alınabilmelidir. Bu küresel krizi uluslararası bir işbirliği ortamına çevirmek, bu krizi başlatan tüm gruplara vurulabilecek en büyük tokat olabilecektir! Bunun için artık BM gibi uluslararası yapıların daha adil, daha etkin ve daha katılımcı bir modele bürünerek, revize edilmesi gerekmektedir. Çünkü yeni bir dünya savaşını önlemek gayeli oluşturulmuş BM’nin mevcut fonksiyonları ve pozisyonu, günümüz dünyasının risklerini bertaraf edecek niteliklere haiz değildir. Bu noktada da “dünya beşten büyüktür” anlayışının bütün devletlerce anlaşılması ve BM’nin yeniden modellenmesi önemlidir!

Bundan sonraki dönemlerde dünyamızın çok daha fazla biyolojik saldırı, KBRN tehditleri ve salgınlar ile uğraşacağı kaçınılmaz bir hakikattir. Korona virüsü de çok büyük bir ihtimalle süreci önceden yaklaşık olarak! planlayan bazı küresel para baronlarının bir projesidir. Lakin bütün kontrolün onların elinde olduğu gibi söylemler kesinlikle doğru değildir. Şüphesiz onların da kendi aralarında birçok kırılma noktası ve zayıf yönleri vardır ve belki iki nesil sonra, hiçbirinin esamesidahi okunmayacaktır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, uluslararası sistemde dengeleri değiştirebilecek birçok etmen vardır ve bazen hiç beklenmedik aktörler masayı yönetebilecek imkânlar elde etmektedir.

Bu puslu süreci başından beri çok iyi takip eden Türkiye (hızlı karar alıp, uygulamaya geçebilme kabiliyeti, yeni risk yönetim anlayışı, farklı uluslararası entegrasyon girişimleri ile) şu ana kadar iyi yönetmiş ve bundan sonrası için de, krizi fırsata çevirecek hamlelere odaklanmıştır. Dolayısıyla inşallah dünya barışının ve mazlumların tarafında olan Türkiye bu süreçten de güçlenerek çıkacaktır. Bunun için de, toplumsal destek, milli birlik ve beraberlik, korku senaryolarına kulak asmamak, devletin makro düzeydeki hedeflerini uygulamasında elden geldiği ölçüde sabır ve gayret ile devlete yardımcı olmak elzemdir!

Unutulmamalıdır ki, böyle bir süreçte, basit görülen bir “evde kalma” uygulaması dahi makro düzeyde birçok dengeyi dolaylı olarak değiştirebilecek bir eylem haline gelebilecektir!

Ayrıca bundan sonra toplum olarak biyolojik tehditlerle yaşama kültürü kazanmamız çok önemlidir.

Çünkü bundan sonra bütün dünyanın çok daha fazla ve daha yoğun olarak bu tür süreçlere ve saldırılara maruz kalınacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Gelecek bu tarz tehditlerle yaşamayı öğrenebilen, bu minvaldeki riskleri yönetebilen toplumların olacaktır!

 

 

Yazar