Oğuzhan AKYENER-TESPAM Başkanı
1947 tarihli BM kararına göre Tel Aviv İsrail’in başkenti olarak tanınmaktadır. Fakat bu karara rağmen, özellikle içindeki etkin Yahudi lobisi sebebiyle 1995 yılında ABD Kongresinde kabul edilen Kudüs yasası uyarınca, İsrail’in başkentinin Kudüs olarak tanınabileceğine dair bir tavsiye niteliğinde karar alınmıştır.
Bu tavsiyeye dayanarak da, daha seçimler öncesinde Yahudilerin desteğini alabilmek maksatlı olduğu tahmin edilen bir yaklaşım ile Trump başkan seçildikten sonra, bu tavsiyeye uyacağını açıklamıştır.
Seçim öncesi vaatlerini, her türlü engele rağmen, çoğunlukla yerine getirebilen Trump, bu konudaki söylemini de artık uygulamaya geçirmek için düğmeye basmıştır. Ve ABD İsrail Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacağını açıklamıştır.
Peki bu açıklama ne anlama gelmektedir?
Zaten tamamıyla işgal altındaki Kudüs’ün dünyanın en güçlü devleti tarafından işgalci konumdaki İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, ABD’nin Kudüs’te İsrail’in varlığını meşru, Filistinlilerin varlığını ise gayrimeşru kabul etmesi ve bu tutumunu kontrolündeki/etkisindeki ülkelere de kabul ettirmesi anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan barış görüşmelerini neticelendirmek ve iki devlet modelini Kudüs’te oturtmak tarzında da bir yaklaşım yapılabileceği düşünülebilecektir. Fakat 1967’den bu yana zaten Kudüs’ün tamamını elinde bulunduran ve uyguladığı yerleşim politikaları ile toplumsal yapıyı lehine olacak şekilde fazlasıyla şekillendiren İsrail’in buna izin verme olasılığı bulunmamaktadır.
ABD’de deki İsrail lobisi, ülkedeki iktidar krizlerinden faydalanmasını bilerek, lehlerine bir adım atılmasını sağlamıştır. Fakat sürecin orta vadedeki sonuçları belirsizdir. Diğer taraftan bu hamle Pentagon’un Orta Doğu hedeflerini de kısmen sıkıntıya sokmaktadır.
Bu hamlenin zamanlaması konusunda ne söylenebilir?
Yukarıda da ifade edildiği üzere, Trump iç politikada zor günler geçirmektedir. Seçilmesini sağlayan Pentagon ile birçok noktada fikir ayrılığına düşmesi sebebi ile kendisine yönelik artan baskılara karşı koyabilmek için Yahudi lobisinin tam desteğini arkasına almaya çalışmakta olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Bununla da birlikte, bölgede artık İsrail hiç olmadığı kadar güçlüdür. Öncelikle ortada İsrail’i dost kabul eden Suudi Arabistan – Mısır ve BAE koalisyonu bulunmaktadır. Zaten Suudi Arabistan’da İsrail’in Müslümanlar aleyhine yönelik atacağı adımlara karşı somut bir tepki (kınama – kızma dışında) gösterebilecek ve bu tepkileriyle toplumu da etkileyebilecek potansiyelde olan bütün prensler oyunun dışına atılmıştır.
Bunun yanı sıra, Suudi Arabistan – Mısır – BAE koalisyonunun süreç ile ilgili kısır eleştirileri bölgede tırmandırılan bir Sünni – Şii çatışması ile hemen unutturulabilecek ve bir anda yön değiştirecektir.
Ayrıca yine de ifade etmek gerekir ki; bu hamlenin zamanlaması konusunda Trump – Pentagon arasındaki bir görüş ayrılığı olabileceği de muhtemeldir. Çünkü, Pentagon tarafından Şiilere yönelik kanadı temsil etmek amaçlı Suudi Arabistan öncülüğünde oluşturulan grubun daha fazla güç ve taraftar toplayabilmesi için İsrail’in ön plana çıkmadan biraz daha rahat durması gerekmekteydi. Fakat ABD Yahudi lobisi merkezli alınan aksiyon dengeleri biraz değiştirdi.
Bu arada Yahudi lobisi tarafından da bakıldığında, belki de onlar da Trump hala görevdeyken ve artık kendi istedikleri kıvama gelmişken, fırsatı derhal değerlendirmek istedi. Bu da tahmin edilebilecektir.
Şimdi bu durumda Suudi tarafı bu gelişmeler üzerine;
- Kısır eleştirilerin ötesinde somut bir tepki verse yeni bir yola girdiği ve emri doğrultusunda bir devrim gerçekleştirerek zaten büyük tepkiler çektiği ABD ile ve yeni dostu İsrail ile ters düşecek,
- Tepki vermese Pentagon’un kendisi için biçtiği Sunni dünyasının Şiiler karşısındaki (yeni ılımlı İslamcı) lideri olma sıfatını alma yolunda daha fazla taraftar toplayabilmek noktasında eli zayıflayacaktır. Bu durum Pentagon’un da hoşuna gitmeyecektir.
O zaman bu noktada geri adım atmak yerine, Pentagon’un nasıl bir aksiyon alacağı beklenebilecektir?
Pentagon Şii karşıtı kurduğu üçlü koalisyonu desteklemek ve Sünni dünyası nezdinde itibar kaybına sebebiyet vermemek için:
- Öncelikle dikkatleri “saldırgan!” Şiiler üzerine çeken hamleleri organize edecek,
- Yani belki bu sefer ilk defa Yemen’deki Husiler tarafından atılan bir roket Kabe’nin çok yakınlarına isabet edebilecek!
- Bu sayede tüm İslam dünyası, özellikle Sünniler; dikkatlerini bir anda Suudi Arabistan’a ve İran’a çevirebilecek,
- Lübnan, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Irak, Suriye gibi birçok İslam ülkesinde Sünni – Şii çatışması bu denli körükleniyorken istedikleri çatışma ortamı belki başlatılabilecek,
- Bu çatışma ortamında da İsrail bütün taraflar güç kaybettikten sonra fırsattan istifade Ürdün, Suriye, Lübnan gibi ülkelerin topraklarından da rahatlıkla yeni paylar elde edebilecek,
- Hatta belki kendi kurgularına göre çok daha uzak noktalara ulaşabilecek,
- Bu arada ABD’nin Suriye ve Irak’ta boşa çıkardığı DAEŞ’te boş durmayacak,
- Özellikle Avrupa’da bu oyuna karşı durmak isteyen oyunculara musallat edilecek,
- Tabii bu arada denklemdeki en önemli aktörlerden olan Türkiye de unutulmayacak,
- Hatta bunca zamandır hazırlanan ABD-PKK-PYD-YPG ordusunun da artık aksiyon alması gündeme gelebilecek,
- Tüm bunların yanı sıra istenilen bu çatışma ortamı hemen oluşturulamaz ise de; Suudi Arabistan’ın hakemliğinde İsrail’in Kudüs konusunda biraz daha ılımlı bir politika izlemesi sağlanmış gibi bir algı da servis edilecek,
- Ve yukarıdaki maddeler yeniden test edildikten sonra uygulamaya dökülebilecektir.
Görüldüğü gibi bu iç savaşın yaşanmaması, büyük oyunların bozulması ve bölgenin daha fazla kan gölüne dönmesini engellemek için kilit noktadaki ülke Türkiye’dir.
Türk devleti de bunun bilincinde olduğunu, maruz kaldığı gayrinizami saldırılara boyun eğmeyeceğini ve bir Sünni – Şii çatışmasına izin vermeden, kendi haklarını da koruyacağını tüm cihana göstermektedir.
Bu gelişmelere diğer güç odakları nasıl yaklaşmaktadır?
İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, Çin gibi ülkeler de bu konuda ABD’nin attığı adımın bölgede kaosu ve çatışmayı arttıracağını ifade ederek, bu kararın karşısında pozisyon almakta ve BM’in aslında zaten fiilen uyulmayan maddesini savunmaktadır.
Bu sürecin devam eden yeni dünya düzeni kurgusundaki mücadeleler kapsamında bir hamle olarak nitelendirilmesi de mümkündür. Fakat o nazarda bir analizin yapılabilmesi için resmin biraz daha şekillenmesi gerekmektedir.
Kim bilir belki ABD başkanı dahi bir süre sonra koltuğundan olacak ve dengeler yeniden şekillenmek zorunda kalacaktır.
Çünkü Türkiye’nin öncülüğünde tetiklenmeye çalışılan uluslararası kamuoyu sayesinde Trump’ın bu adımı da, beklenildiğinden fazla tepki çeker de ABD’nin diğer politikalarını engellemeye başlarsa, bütün planlar revize edilmek zorunda kalabilecektir.
Zaten dünyanın hegomon gücü olarak algılanan ABD’nin bu konuda dahi yalnız kalması bazı şeylerin düşünüldüğü gibi olmadığını da göstermektedir.
O zaman bu denklemin içerisinde Kudüs aslında nedir?
Kudüs’ün anlamı zaten en güzel şekilde aşağıdaki şiirde ifade edilmiştir.
Artık bizim için Kudüs; dünya çapında üreterek, fark ortaya koyarak, sahip olduğumuz kutsal emanetleri kendi kirlermizle lekelemeden insanlığın idrakine; gayretlerimizle, esteteğimizle, duruşumuzla, ürettiklerimizle, insanlığımızla, hoşgörümüzle ve enerjimizle sunabilmektir.
Aksi halde uluslararası toplum nezdinde değerlerimizin ve medeniyetimizin daha fazla şiddet ihtiva ediyor algısının oluşmasına hizmet edecek tutum ve aksiyonlar İsrail’in hedeflerine hizmet etmekten başka birşeye yaramayacaktır. Kaldı ki, bu tarz kendi içinde kısır hamleler ile İsrail’in zaten kontrolünde olan Kudüs konusunda bir neticeye varabilmek de mümkün değildir.
O sebeple Kudüs medeniyet – idrak – rikkat ve üretmektir.
***
“Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin!” (Nuri Pakdil, Anneler ve Kudüsler Şiiri)