İsrail kendisine ait olduğunu iddia ettiği deniz alanlarında 24 adet ruhsatı Kasım 2016’da hidrokarbon aramacılığı için ihaleye çıkartmıştı. Bu ihale süreci için son başvuru tarihi Nisan 2017 olarak öngörülmüştü. Fakat Şubat ayında yapılan açıklama ile daha önce belirlenmiş olan ihale son başvuru tarihi Temmuz ayına ötelendi.
Bu gecikmenin sebepleri olarak, bazı uzmanlar tarafından mevzuatsal eksiklikler, Lübnan’da devam eden ihale süreci gibi hususlar ortaya atıldı. Fakat bu yaklaşımlar ne kadar yerinde ve yeterliydi?
Şimdi bu ihale sürecindeki yaşanan ve belki bundan da sonra yaşanacak olan gecikmenin sebeplerini yorumlayalım;
- Öncelikle sosyal medyada yapılan gayri resmi paylaşımlar, İsrail’İn açtığı ihale ile çok az sayıda şirketin ilgilendiğini ifade etmektedir. 24 ruhsat alanı ile ilgilenen toplam şirket sayısının 3 ya da 4’tür.
- Yakın coğrafyada Güney Kıbrıs ve Lübnan’daki hidrokarbon aramacılığına yönelik yürütülen ve tamamlanan ihalelere ise ilgi, İsrail ile kıyaslama yapılamayacak kadar yüksektir.
- Demek ki, ihale sürecindeki ertelemenin asıl sebebi uluslararası yatırımcıların konu ile ilgilenmemesidir.
- Tabii bu noktada asıl önemli olan konu, bu ilgisizliğin sebeplerini bulmaktır.
Yabancı yatırımcıların illegal olmasına rağmen Güney Kıbrıs ve her türlü başarısızlığa rağmen Lübnan’daki ihaleler ile ilgilenirken, İsrail deniz alanlarında hidrokarbon aramacılığı ile ilgilenmemelerinin sebepleri olarak;
- İsrail’de bir keşif yapılsa dahi üretilecek gazın hangi koşullarda, hangi pazarlara sevk edileceğinin belli olmaması,
- Üretimin iç piyasalara yönlendirilmesi durumunda da, iç piyasa rekabet koşullarının yönetilebilir olmaması,
- İsrail’in devlet yapısının ve oluşturduğu “anti trust” komitesi gibi yapıların, yatırım kararlarını sürekli değiştirebilerek, projenin yönetilebilirliğini ve netliğini negatif etkilemesi,
- Mevzuatsal eksikliklerin olması,
- Zaten mevcut sismik veriler neticesinde büyük yapıların test edilmiş olması,
- Mevcut keşiflerin üretime alınması ile ilgili ciddi gecikmelerin ve devlet ile uzlaşı problemlerin yaşanmış olması ve yaşanmaya devam ediyor olması,
- Düşük petrol fiyatlarının etkileri,
- Güvenlik riskleri,
- Ruhsat başvurularında ilgilenen şirketlere yönelik, uluslararası örneklerin ötesinde çok daha fazla ve külfetli yaptırım ve koşulların olması olarak özetlenebilecektir.
Bu koşulların bazılarının Güney Kıbrıs ve Lübnan’daki ihale süreçleri için de geçerli olduğu aşikardır. Fakat en basiti ile iki ülke de, mevcut siyasi-güvenlik-finansal risklerinin ötesinde, uluslararası büyük yatırımcılar tarafından daha kolay yönetilebilecek ve yönlendirilebilecek ülkelerdir.
Bu sürecin daha rahat anlaşılabilmesi için, Doğu Akdeniz ile ilgilenen örnek bir yatırımcı gözü ile değerlendirme yaptığımızda;
- Doğu Akdeniz ile ilgileniyorsunuz.
- Erişilebilir sismik veriler Levant havzasında bir potansiyel olduğunu gösteriyor.
- İsrail’deki keşifler de bu potansiyeli kanıtlıyor.
- Fakat asıl potansiyelin Kuzeye yani Lübnan’a doğru devam ettiğini, uzman yerbilimcilerinizden öğreniyorsunuz.
- Güney Kıbrıs’ta da Zohr sahasının keşfi akabinde yeni ümitler söz konusu, fakat yine mevcut veriler, potansiyelin batı yönünde azaldığını ifade ediyor. Yani Güney Kıbrıs’ın 3. Arama ihalesi belki Mısır’da hali hazırda keşifler yapmış olsanız, sizi ilgilendirir fakat yapmadı iseniz, çok da tercih edilebilir değildir.
- Ayrıca Güney Kıbrıs bölgedeki en güçlü devlet olan Türkiye’nin ve onun himayesindeki Kuzey Kıbrıs’ın deniz alanlarını da ihlal etmektedir. Zaten keşfini açıkladığı Afrodit sahasını bile geliştirebilmiş değildir. Yani çok da ilgilenilebilecek bir yatırım alanı değildir.
- Geriye kalan Lübnan ve İsrail arasında tercih yapmanız gerekirse;
- İsrail’de hali hazırda keşifler vardır. Fakat büyük yapılar zaten test edilmiştir. Yani tahmininiz geriye daha küçük balıklar kalmıştır. Bir de yapılan keşifler dahi üretime kolaylıkla alınamamıştır.
Diyelim tüm bunları göz ardı edip, İsrail’i tercih ettiniz;
- Tüm riskleri alıp, ruhsatın en az %25’ini alarak, operatör oldunuz,
- Arama planlarınızı, İsrail’li yetkililer ile yoğun müzakereler neticesinde kabul ettirdiniz,
- Sondajı yaptınız, Şansınıza, keşif de yaptınız!
- Sonra?
- Sıra geldi geliştirme planlarına ve son yatırım kararına.
- Lakin nasıl bir üretim yapacaksınız?
- En önemlisi ürettiğiniz gazı nereye satacak ve kar edeceksiniz?
- Büyük rezervler bulunduğu için siz küçük bir rezerv bulabildiniz,
- O küçük rezervi sağıp, üretimi satmak için bir LNG tesisi hatta yüzer LNG tesisi kursanız; çok maliyetli; proje kendini kurtaramaz!
- Karaya sevk edip, İsrail’de iç piyasaya satsanız; eski üretim yapan sahaların daha ucuz olan gazları ile, İsrail’in vergilendirme ve ceza sistemleri ile, yatırımcıyı sürekli engelleyen komiteleri ve mevzuatları ile mücadele verirken, bir hayli zorlanacaksınız.
- Bir de acaba iç piyasada o derece büyük bir talep olacak mı?
- Üretiminizin bir bölümünü iç piyasaya zaten vermek zorundasınız. O zaman karada kuracağınız bir tesise gaz sevkiyatı yapmak gerekli. Tamam yaptınız. Kalan kısmı da ihraç etmek için, “anti trust” komitesini bir şekilde ikna ettiniz.
Peki kime ihraç edeceksiniz?
-
- Bir LNG tesisi boyunuzu aşar.
- Mısır’a sevk etseniz, farzedin ki; yıl 2024; orada da boş kapasite yok!
- Ürdün, Suriye piyasalarında da talep yok.
- Filistin gibi küçük bir marketin zaten çok farklı riskleri var.
- O zaman?
- Türkiye?
- En güzel, en güvenilir ve en büyük pazar! Fakat nasıl gazı oraya ulaştıracaksınız?
- Ortada bir boru hattı ve somut bir anlaşma yok ise: İMKANSIZ!
- Yani keşfi yapsanız da, geliştirme senaryolarını İsrail’deki ilgili kurumlara büyük zorluklar ile kabul ettirseniz de; üreteceğiniz gazı satma konusundaki belirsizlikler sebebi ile bir türlü saha geliştirme için son yatırım kararını alamayacaksınız!
- O zaman? Siz de büyük oyuncuların tercih ettiği ve bakir olduğu için daha büyük balıklar bulma şansınız olan Lübnan’daki arama ihalesi ile ilgileneceksiniz.
Bir yatırımcı gözüyle kısaca analiz edildiğinde, İsrail’deki arama ihalesinin neden ertelendiği, neden ilgi görmediği ve bundan sonra da neden yeniden ertelenebileceği kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Meşhur Leviathan sahasının dahi, üreteceği gazı nereye satacağı tam olarak netleşmeden, birkaç erteleme neticesinde, (uluslar arası algıyı düzeltmek maksatlı gözüken) son yatırım kararı alınması gibi, düşündürücü ve olağan dışı bir durumun arkasındaki sebepleri daha iyi anlayabileceksiniz.
Demek ki; İsrail’in;
- mevcut keşiflerinden elinde kalan ihraç kapasitesini satabileceği,
- hatta bu kapasiteye ucuza kapatabileceği Afrodit gazını da ekleyebileceği,
- ve en önemlisi hidrokarbon aramacılığına devam edebilmek maksatlı yatırımcı çekebileceği bir ortam oluşturabilmek için Türkiye’ye ihtiyacı bulunmaktadır.
Demek ki Türkiye; İsrail’in sadece mevcut kaynakları için değil, bu kaynaklarından da ötesi; gelecek beklentileri için de çıkış kapısıdır.
Olası bir boru hattı ve Türkiye ile bir gaz satış anlaşması neticesinde, İsrail ertelemek zorunda kaldığı ihale sürecini, istediği gibi başlatacak ve hayata geçirebilecektir.
Bu sebeple, Türkiye’nin bu konumunu bilerek, dış politikasında karşı taraflar için daha zorlayıcı adımlar atmayı sürdürmesi ve müzakerelerde daha sert ve tavizsiz yaklaşımlar sergilemesi gereklidir.
Tekrar vurgulamak gerekirse; Türkiye’nin İsrail’e değil, İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı bulunmaktadır!