Birkaç Soru İle Rus Büyükelçi Suikastı

Oğuzhan AKYENER

TESPAM Başkanı

oakyener@tespam.org/tr

 

Aralık 2016 tarihinde Rusya’nın Türkiye büyükelçisine yapılan suikast, iki gündür sadece ilgili ülkeleri değil, bütün uluslararası kamuoyunu meşgul etmeye devam etmektedir. Bu suikast ile neredeyse eş zamanlı olarak, Almanya’da kaza süsü verilerek, ifa edilen diğer operasyon da gündemi çok daha farklı noktalara taşımaya yetmiştir.

Peki, bu suikast ve son gelişmeler nasıl yorumlanmalıdır?

Bu ana soruya, birkaç alt soruya çok basit yaklaşımlar ile verilebilecek cevaplar ile açıklık getirmek gerekirse:

Bu suikastın arkasında kim var?

Suikastın Türkiye’de kanlı 15 Temmuz darbesinin taşeronluğunu yapan FETÖ tarafından gerçekleştirildiği kesindir. Fakat FETÖ’nün de arkasında kimler bulunmaktadır?

Sonuçta, FETÖ’nün de büyük küresel zulüm dalgalarının planlayıcısı haçlı birliğinin taşeronluğunu yaptığı bilinmektedir. Bu bağlamda da, eskiden olduğu gibi bugün de arkasında öncelikle ABD ile birlikte bazı AB üyesi ülkelerin durduğu aşikârdır.

Bunun yanı sıra, yakın tarih incelendiğinde, Rus uçağının düşürülmesi sürecini yöneterek, Türkiye ile Rusya’nın yollarının yaklaşık 1 yıl önce ayırmaya çalışan grup kim ise; şimdi bu operasyonu düzenletenler de aynıdır.

Peki, Rus uçağının düşürülme süreci ile bu olay arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir?

Bunun için iki süreçte de uluslararası arenada ilgili ülkelerin attıkları ortak adımlar incelenmelidir. Şöyle ki;

Rus uçağı düşürülmeden önce, Türkiye Suriye politikaları konusunda, Rusya ile bazı noktalarda anlaşmaya varmak üzereydi. Hatta olası bir Cerablus operasyonunun dahi gündeme getirildiği söylenmekteydi. Bunun da yanı sıra, ABD ve AB’deki bazı ülkelerin ciddiyetle karşı durdukları Türk Akımı Projesi’nin hayata geçirilmesine dair önemli adımlar atılmaya başlanmıştı.

Sonrasında ne oldu?

Türk-Rus ilişkileri bozuldu. Anlaşmalar donduruldu. Suriye’de ortak politikalar çöktü. YPG/PYD ve DAEŞ ilerlemeye devam etti. Türk Akımı yerine yeniden revize edilmiş Güney Akımı Projesi konuşulmaya başlandı.

Sonuçta kazanan ve kaybedenler kim oldu?

Türkiye, Rusya, Suriye kaybetti. ABD ve bazı AB üyesi ülkeler kazandı.

Daha sonraki süreçte neler yaşandı?

Önemli maddelere bakıldığında: Türk-Rus ilişkileri yeniden toparlanma sürecine girdi. Türk Akımı ve Suriye konusunda işbirliği yeniden gündeme alındı. Büyük bir fırtına öncesinde taraf değişikliğini andıran, İngiltere’nin AB’den ayrılma süreci resmen başlatıldı. Bu ayrımın başlangıcının hemen sonrasında Türkiye FETÖ isimli kanlı terör örgütünün yaptığı darbe teşebbüsü ile sıkıntılı bir sürecin içerisine sokuldu. ABD ve özellikle AB ile ilişkiler gerildi. Bu gerginliğin tersine, Rusya ile ilişkiler daha da iyileşti. Akabinde artan terörist saldırılar neticesinde (temizlenmiş ordusu ile) Türkiye Suriye’ye askeri müdahalede bulundu. Ortadoğu’daki dengelerde, daha önce de gündeme alınan, sünni-şii çatışması kartı devreye sokuldu. AB ile ilişkiler iyice gerildi. Bu gerilme süreci özellikle Almanya üzerinden sürdürülmeye devam etti. Akabinde AB Türkiye ile üyelik müzakerelerini dondurdu. Türkiye’nin önüne ise yeni müttefiki Rusya tarafından Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) daimi üyeliği teklifinin yanı sıra, enerji kulübü başkanlığı koyuldu.

Suriye politikaları ve enerji alanında Türk-Rus işbirliği devam etti. Özellikle Suriye politikalarında etkin olan İran da müzakere sürecine dâhil edildi. Şimdi dünyanın odaklandığı Suriye politikalarında dengeleri yeni değişimler beklemekteydi.

Suriye konusunda, ABD ve AB’nin dâhil edilmediği bir Türkiye-Rusya-İran toplantısının bir gün öncesinde, Türkiye’deki Rus büyükelçisine suikast düzenlendi.

Yani, suikast; Rus uçağının düşürülmesindeki sürecin devamıydı. Fakat, Rus uçağının düşürülmesi ile Türk-Rus ilişkilerini kopartmak, darbe ile Türkiye yönetimini değiştirerek, Batı Bloğu tarafına çekmek, suikast ile de artık bozulmayacak gibi görülen birlikteliğe göz dağı vermek istenmişti.

Neden böyle bir suikast yapıldı?

Küresel bağlamda düşünüldüğünde: Dünya düzeni değişmekteydi.

-Zayıflayan batı karşısında, her türlü engele karşın güçlenen doğu,

-AB’nin içine düştüğü parçalanma süreci,

-İngiltere’nin tam da bu sürecin arifesinde batan gemi gibi görülen AB’den ayrılması,

-ABD’deki başkanlık seçimleri ve bu seçimlerdeki petrol kartellerinin etkileri,

-bunların karşısında daha etkin olmak isteyen ŞİÖ ülkeleri,

-batı bloğunun çöken kanlı Ortadoğu politikaları ve

-tüm dengelerin değişmesinde kilit ülke konumunda olan Türkiye’nin artan etkinliği bu değişimin göstergeleriydi.

Yani sahip olduğu medeniyet coğrafyası dikkate alındığında, askeri teknoloji-ekonomi ve enerji alanında da güçlü bir Türkiye, bütün dengeleri değiştirebilecekti.Yani Batı Bloğu’nun Türkiye’yi kaybetmesi, dünya hâkimiyetlerini kaybetmesi, Doğu Bloğu’nun Türkiye’yi kazanması ise, dünya hâkimiyetini kazanması anlamına gelecekti. Belki de yaşanan küresel değişimlerdeki bu olası riskleri sadece AB’nin üzerine yıkabilmek maksatlı İngiltere tam zamanında AB’den ayrılmıştı.

Yani olası bir Türk-Rus, Türk-Doğu yakınlaşmasının katiyetle önüne geçilmeliydi. Bu süreçte de, zaten zayıflayan ve çoğunlukla Alman hâkimiyetinde görülen AB ön saflara sürülmeliydi. (Her zaman asıl oyun kurucuların geri planda olmayı başardığı gibi)

Bölgesel anlamda incelendiğinde: Suriye ve sonraki adımlarda bütün Ortadoğu politikaları Rusya’nın ve Ortadoğu’nun asıl varisi Türkiye’nin eline bırakılamazdı. Türkiye Rusya ve İran’ın desteği ile bölgede yeniden etkinlik sağlar ise, tüm dengeleri değiştirebilirdi. Bu bölgenin son iki yüzyıldaki kanlı iktidarları olan ABD ve İngiltere için asla izin verilmemesi gereken bir gündemdi.

Enerji açısından bakıldığında ise, zaten enerji alanında güçlü olan Rusya ve güçlenmek isteyen Türkiye’ye Ortadoğu’nun enerji politikaları teslim edilmemeliydi. Çünkü keşfedilmiş önemli kaynakları olmasa da, Suriye siyasi olarak ilk adımdı. Sonrasında Irak ve bütün Ortadoğu gündeme alınabilecekti. Ve Ortadoğu kaynaklarını elinde bulundurabilen güçler, dünyayı yönetecekti.

Demek ki; diğer girişimlerde olduğu gibi, suikastın da sebebi, Türk-Rus işbirliğinin neticesinde gerçekleşebilecek küresel, bölgesel ve enerji alanındaki beklentilerdi. Halep, Suriye için, Suriye tüm Ortadoğu için bir başlangıç anlamına gelmekteydi.

Arkasındakiler kendilerini açık etmekten çekinmiyorlar mıydı?

Bu kurgudan anlaşıldığı üzere, suikastın da, darbenin de, uçak krizinin de sebebi aynıydı ve arkasında öncelikle ABD ve İngiltere bulunmaktaydı.

Peki, bu devletler özellikle kurguladıkları son girişimlerin arkasında bulunma ihtimalini düşünmemişler miydi? Kendilerini açık etmekten korkmuyorlar mıydı?

Belki daha yumuşak yürüttükleri darbe ve Rus uçağının düşürülmesi sürecinde kendilerini açık etmek istememişlerdi. Fakat, sürecin daha da keskinleştiği, sertleştiği ve netleştiği bu dönemde böyle bir kaygıları yoktu. Çünkü artık hedefleri güçlerini göstermek ve son tehditlerini yapabilmekti.

Zaten değişen yönetimleri ile daha sert oyunların içerisine girebilme hazırlıklarına devam etmektelerdi. Dünya mevcut diplomatik teamüllerin ötesinde, çok daha sert oyunların içerisine sürüklenmekteydi.

Almanya bu işin neresinde?

İngiltere ve ABD’ye rağmen Rus gazını ülkesine taşıyacak olan Nord Stream 2 projesini yürütmeye çalışan Almanya, sürecin bazı noktalarında yer almasıyla birlikte, merkezinde değil gibi görülmekteydi.

Her ne kadar, Rus büyükelçisine yapılan suikast ile eş zamanlı olarak, Almanya’da da bazı operasyonlar yürütülmüş ve kurgulanmaya çalışılan algı operasyonlarında, bunu Almanya’nın kendisinin dikkat dağıtmak amaçlı yaptığı vurgulanmış ise de, aslında Almanya’ya da bir uyarı verilmek istenmişti.

Yani Almanya ve orta vadede geri kalanı ile AB, Doğu Bloğu’nun karşısında Batı Bloğu’nun yıkılmak üzere olan Ukrayna’dan sonra son kalesiydi.

Dengelerde İran?

Türkiye’nin yaşanan bu süreçlerde belki de en çok dikkat etmesi gereken ülkelerin başında da İran gelmektedir. Çünkü Batı Bloğu tarafından, Ortadoğu ve İslam coğrafyasında öne sürülen yeni kart: sünni-şii çatışmasını körüklemektir. İran batı tarafından desteklenen böylesi bir süreci bölgesel etkinliğini arttırmak amaçlı sonuna kadar kullanmaktadır. Her ne kadar Doğu Bloğu’na yakın bir tutum sergiliyor görülse de, Batı Bloğu’nun en sinsi oyuncusu İngiltere ile çok yakın ilişki içerisindedir. Doğal olarak Türkiye’yi arka planda bir rakip olarak görmektedir.

Bunları göz önünde bulundurarak, Türkiye’nin çok ince bir diplomasi ile hem İran’ın bölgede desteğini almayı bilmesi, hem artan nüfuzunun önüne geçmesi, hem de olası bir sünni-şii çatışmasına engel olmayı başarması gerekmektedir.

Bu konunun enerji ile bir ilgisi var mı?

Belki sadece Suriye düşünüldüğü zaman, ön planda enerji görülmemektedir. Fakat Ortadoğu hâkimiyeti direk olarak enerji anlamına gelmektedir. Özellikle Türkiye’nin Rusya ve yerine göre İran’ın desteğini alarak, varisi olduğu topraklarda ve o topraklarda mevcut olan enerji kaynakları üzerinde yeniden hâkimiyet kurmaya başlaması, bütün dengeleri değiştirecek bir girişim olacaktır.

Zaten Trump yönetiminin de en bariz nitelikleri olan; petrol kartellerince iktidara getirilmesi, petrol kaynaklarını elde etme konusunda saldırgan tutum sergileyebilme beklentilerine sahip olması ve dünyayı petrol & gaz politikaları üzerine şekillendirecek gibi görülmesi; küresel dengelerde, küçük gibi görülen bu gibi olayların arkasındaki büyük değişimlerin bir göstergesidir.

Demek ki, küresel bağlamda konu; Ortadoğu hâkimiyetinin ilk adımları olarak görülürse: direk olarak enerjidir.

Bunun da yanı sıra, Türkiye’nin ŞİÖ Enerji Kulübü başkanlığını alması, devam eden Türk Akımı Projesi, Musul konusunda da daha etkin olmaya gayret göstermesi gibi hususlar da, suikastın arkasında gibi görülen Batı Bloğu’nun hoşuna gitmeyen enerji ile alakalı diğer hususlar olarak düşünülebilecektir.

Sonuç Olarak?

Türkiye’nin değişen dünya düzeninde tarafı gittikçe netleşmeye başlamıştır. Bundan sonraki süreçlerin daha zorlu, daha sert ve kanlı geçme olasılığı yüksektir. Bununla birlikte, konumu, geçmişi ve mevcudiyeti dikkate alındığında, tüm bu değişimlerde Türkiye’nin sessiz kalıp, köşesine çekilme şansı bulunmamaktadır.

Dâhil olmaya devam edeceği bölgesel ve küresel dengelerdeki değişim süreçlerinde çok dikkatli adımlar atmaya devam etmek ve tüm insanlığın huzuru için; bir gün en büyük olmak zorundadır.

Bunun için de, oynanan oyunları çok iyi analiz etmesinin yanı sıra, artık geç kaldığı petrol ve doğalgaz alanında da somut başarılar elde etmesi, bu başarıları elde edecek kurumlara sahip olması gerekmektedir.

Çünkü sanayi ve ekonomiye eşik atlatacak kaynak enerjidir. Ve yeterli düzeylere erişmiş kurumları olmayan bir Türkiye, medeniyet coğrafyası olan Ortadoğu’daki bütün kaynaklara sahip olsa da kalıcı hâkimiyet kuramayacaktır.

 

“Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları TESPAM’a aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”

“Türkiye’deki enerji politikaları odaklı ilk ve tek sivil yapılanma…” 

“Enerji politikaları alanında gündemi uzaktan takip etmeye çalışan bir Türkiye yerine, gündem belirleyen bir Türkiye’ye ulaşma idealiyle…”

TESPAM-Türkiye Enerji Politikaları ve Araştırmaları Merkezi

TESPAM, Uluslararası Enerji Politikaları Araştırma Derneğinin Bir Kuruluşudur

Yazar