Anastasiadis’in Blöf Stratejisi!

 

Diplomaside müzakere yaptığınız tarafın düşünce yapısı, söylem ve uygulamaları çok önemlidir.  Söylem ile eylem arasındaki farklar çelişki oluşturur. Kıbrıs konusunun bugüne kadar çözülememesinin ana nedenini Rum yönetiminin müzakerelerde ortaya koymuş olduğu söylem ve uygulamaları arasındaki çelişkili tutumları oluşturmadı mı?

Rum yönetimi Kıbrıs konusunda uluslararası kamuoyuna karşı daima şirin ve barıştan yana bir görüntü vermesine karşın, müzakere masasında ise tam aksi yönde katı ve uzlaşmaz tavırlar ortaya koymayı tercih etmedi mi?

Rum lideri Nikos Anastasiadis göreve gelmesinin ardından kendisinden önce görev yapan Rum liderlerin çelişkili tutumlarına ek olarak Kıbrıs konusunu poker oyununa çevirmeye çalışarak blöf stratejisi uygulamayı tercih ettiği görülmektedir!

Anastasiadis, Yunanistan’da Atina Ulusal ve Kapodistrian Üniversitesi hukuk bölümünde avukatlık eğitimini tamamlamasının ardından İngiltere’de Londra Üniversitesi’nde ‘’Deniz Hukuku’’ alanında yüksek lisans eğitimi almıştır. Anastasiadis görüldüğü gibi uzmanlığını deniz hukuku üzerine yapmıştır! Rum yönetiminin Münhasır Ekonomik Bölge konusunda en başından buyana perde gerisindeki mimarlarının başında Anastasiadis gelmektedir!

Öyle anlaşılıyor ki Anastasiadis, Rum Ulusal Konseyi tarafından yıllar öncesinden başkan olması için seçilerek belirli süreçlerden geçirilmiş bir politikacıdır! (Anastasiadis’in Eoka B ile olan ilişkileri ve Annan Planı’na hangi gerekçe ile evet dediği konusuna bu aşamada ayrıca girerek konuyu dağıtmak istemiyorum!)

Rum yönetimi nasıl 1960’da kurulan Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1963’de gasp ederek üniter Rum devletine dönüştürmeyi başarmışsa, günümüzde de benzeri bir şekilde Ada çevresindeki deniz alanlarını, tek taraflı sözde münhasır ekonomik bölgeler ilan etmek suretiyle gasp etmeye çalışmaktadır.

Uluslararası hukuk kuralarına uygun bir biçimde kıyısı olan her ülke günümüzde topraklarını nasıl koruyorsa, deniz(mavi vatan) alanlarını da aynı şekilde koruyarak sahip çıkar. Türkiye ve KKTC de uluslararası hukuk kurallarına uygun bir biçimde karada olduğu gibi deniz alanlarında da yakın işbirliği içerisinde sınırlarını korumaktadır.

GKRY süreç içerisinde Mısır, İsrail ve Lübnan ile Türkiye ve KKTC’nin bölgedeki haklarını yok sayarak ikili anlaşmalarla Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme yoluna gitmişlerdir!

Doğu Akdeniz çanağında Mısır’ın bulduğu gaz rezervleri konunun uzmanlarının açıklamalarına göre sıvılaştırılarak taşınabiliyor. Buna karşın Leviathan (İsrail) ve Afrodit (Güney Kıbrıs) gaz rezervlerinin ise sıvılaştırma özelliği içermediği ve bu çerçevede kuru olarak çıkartılarak borular ile taşınabileceği belirtilmektedir. Etrafımızdaki mevcut gaz rezervlerinin rantabl ve rekabet etme güçlerinin çok zayıf olduğunu görmek gerek!

Leviathan (İsrail) ve Afrodit (Güney Kıbrıs) gaz rezervlerinin Tanap(Türkiye) dışında bir boru hattı ile İtalya’ya 1000m3 gazı en az 360 – 380 Dolar’a taşıyabileceği iddia edilmektedir. Buna karşın İtalya’ya diğer gaz üreticilerinin 1000m3 gazı 250 – 300 Dolar’a taşıdıkları ifade edilmektedir! 1000m3’de 100 Dolardan fazla bir fark görülmektedir!

Avrupa ülkeleri enerji arz güvenliği bağlamında Rus gazı dışında farklı gaz üreticilerinden gaz almak istiyor olsalar da bu kadar pahalıya mal edilecek bir gazı da almak istemezler diye düşünüyorum! Blöf çekilen konulardan biri budur!

Leviathan (İsrail) ve Afrodit (Güney Kıbrıs) gaz rezervlerinin Tanap üzerinden taşınması halinde ise konunun uzmanları maliyetlerin aşağı düşeceğini ve İtalya’ya 1000m3 gazın 100-150 Dolar daha ucuza taşınabileceğini ifade etmektedirler.

Buradan da anlaşıldığı üzere bu aşamada gaz bahanesiyle deniz alanlarının gaspı kamufle edilmeye çalışılmaktadır. İşte Anastasiadis’in izlediği strateji çerçevesinde Rum yönetiminin mavi vatan olarak adlandırılan deniz alanlarını gasp etmeleri yanında İsrail, Lübnan, Mısır ve Yunanistan ile yapmaya çalıştıkları münhasır ekonomik bölge anlaşmaları ile de Türkiye ve KKTC’yi kendi içine hapsetmeye çalışmaktadır.

Peki, Türk tarafı Rum lideri Anastasiadis ve destekçilerinin blöfe dayalı statejilerini yer mi? Yemez tabi ki! Belki strateji gereği çok çok yermiş gibi yapabilir! Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Kıbrıs konusu önce Devlet Bakanlığı ardından da Başbakan Yardımcılığı içerisinde yer alırken yeni dönemde Dışişleri Bakanlığı içerisinde Genel Müdürlük seviyesinde ele alınacak gibi bir durum ortaya çıktı!  Bu değişikliği nasıl okumak gerek? Bu gelişmeyi önümüzdeki süreçte anlaşılan o ki hep birlikte yaşayarak görebileceğiz!

Doğu Akdeniz’deki esas mesele görüldüğü üzere hidrokarbon rezervlerinden daha çok mavi vatan olarak nitelendirilen deniz sınırlarına sahip çıkabilme mücadelesidir. Türk tarafı her zaman olduğu gibi anlaşma ve uzlaşmadan yana tavır koyarak uluslararası hukuk kurallarına uygun bir biçimde hak ve hukukunu koruyabilmeye çalışmaktadır.

Türk tarafı artık pasif politikaları terk ederek hızla daha aktif politikalar izlemeye başlamalıdır. Kıbrıs konusunda edilgen stratejiler yerine daha etkin stratejilerin uygulanması Rum yönetimi ve destekçilerini ciddi anlamda zora sokacağı gibi lehimize sonuçlar alınabilmesine de imkan yaratacaktır.

Sonuç itibarı ile Rum yönetimi ve destekçilerinin blöfleri görülmüştür! Bakalım bundan sonra hangi adımları atacaklar? Bu bağlamda çok merak ediyorum, Guterres Çerçevesi’nden hala daha umudu olanlar var mı? Unutulmamalıdır ki ‘’dervişin fikri ne ise zikri de odur!’’ 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar