Abdülhamit Han & Petrol
Oğuzhan AKYENER
1876; Osmanlı’da o zamanın dünyasında en güçlü ve sinsi devlet olan İngiltere’nin kurguladığı oyunlar neticesinde bir yılda iki defa padişah değişiminin yaşandığı yıldır. Aynı yıl içerisinde Osmanlı tebaasındaki (sözde eğitimli) bazı liberal kesimlerin İngiltere gizli servisi eliyle örgütlenerek ayaklanması neticesinde ortaya çıkan olayların akabinde Abdülhamit Han’ın amcası Abdülaziz azledilmiş ve yerine V. Murat getirilmiştir. Fakat kendilerine itaat edeceklerinden emin oldukları V. Murat’ın da daha cülusundan bir hafta geçmeden farklı psikolojik bozukluklar sergilemesinin devleti olduğu kadar, ülkedeki İngiliz taşeronları olan meşrutiyetçileri/liberalleri de zaafa uğratmaya başlayınca, Abdülhamit Han’a taht yolu açılmıştır.
Bu sayede Abdülhamit Han 1876 yılında henüz 34 yaşlarında iken ağır padişahlık hırkasını omuzlarına almıştır. Göreve geldiği dönemde devletin ahvali fazlasıyla karışık, mücadele edilmesi zor niteliklere haiz ve uluslararası anlamda güçlü düşmanların gözlerini diktikleri onlarca unsuru ihtiva etmektedir. Bu sebeple saltanatı süresince Abdülhamit Han’ın attığı adımların, günün koşulları dikkate alınarak yorumlanması gerekmektedir.
İlgili yıllarda dünyadaki en güçlü ve etkili devlet İngiltere’dir. Ayrıca Fransa, İtalya, kısmen Rusya, Bismarck ile yeniden toparlanan Almanya, ABD ve Japonya da sanayi devrimi alanında önemli adımlar atmışlar ve bu sebeple de sömürü yarışında “ben de varım” diyen/diyecek olan güçlü devletler arasında yer almışlardır.
Yani anlaşılacağı üzere, o yıllarda dünyada güç Avrupa’dadır. Avrupa’da ise birçok güçlü devlet bulunmaktadır. ABD hızla büyüyen bir sanayiye sahip olsa da, henüz küresel anlamda pek etkin değildir. İngiltere özellikle denizlerde hâkimiyet kurması sayesinde dünyanın birçok yerinde sömürge kolonileri oluşturmuştur. Sömürge yarışında ikinci etkin devlet konumunu ise Fransa elde etmiştir. Henüz yeni toparlanmış olan ve bu toparlanma ile büyük atılımları yapacak olan Almanya ise bütün dengeleri alt üst edecek bir birikimin içerisine girmiştir.
Zaten bu çıkar çatışmaları, sömürü yarışı, geçmişten gelen husumet ve ittifaklar, mezhepsel hususlar Avrupa’da Bismarck ile yatışmaya devam ediyor gibi görülen çatışma ortamının aslında her an yeniden patlak verebileceğini ortaya koymuştur.
Uluslararası sistemde böylesi mücadeleler devam ederken, ekonomilerin ve askeri imkânların bağlı olduğu sanayileşme için de en önemli ham madde olma sinyalleri veren petrol bütün küresel oyuncuların dikkatini çekmiştir.
Yani ilgili büyük devletlerin hepsi bilmektedir ki; petrol gelecek yüzyılın politikalarını belirleyen en önemli etmenlerden biri olacaktır.
Aşağıdaki grafik incelendiğinde, petrolün üretimi ile birlikte artan önemi daha net anlaşılabilecektir.
Grafik 1: 1900’lerin Başından İtibaren Dünya Petrol Üretimi (Kaynak: BP)
Bu sebeple petrolün ehemmiyetinin idraki akabinde, öncelikle yakın coğrafyalarda sonra ise sömürü bölgelerinde ve sömürülmesi hedeflenen bölgelerde kaynak tarama çalışmalarına hızla başlanmıştır. 1900’lerden önce ABD, Romanya, Polonya, Azerbaycan gibi birçok bölgede zaten üretim yapılmaktadır.
İki numaralı grafik, 1918 ‘den itibaren dünyadaki OPEC (OPEC henüz kurulmamış olsa da, OPEC ülkeleri dikkate alınmıştır) ve OPEC dışı üretim hacimlerini göstermektedir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, 1900’lerin başında asıl üretim OPEC dışı ülkelerden yapılmaktadır. Bunlar da öncelikli olarak ABD, sonra Rusya ve İngiltere’nin organize ettiği bazı Avrupa ülkelerindeki ve sömürü bölgelerindeki üretimlerdir.
Grafik 2: OPEC ve OPEC Dışı Ülkelerin Üretimleri 1918 (Kaynak: http://www.gswindell.com/stats.htm)
Yani, ilgili dönemdeki küresel güçler, kendi etki alanlarında petrol üretimine zaten başlamışlar, özellikle sondaj gibi alanlarda yeni teknolojiler geliştirmişler, bu işi nasıl yapacaklarını tecrübe etmişler, kullanacakları şirketleri hayata geçirmişler, personellerini eğitmişler ve artık gözlerini sömürebilecekleri OPEC ülkelerine dikmişlerdir.
Petrol arama ve üretim yarışına kurduğu dev kamusal teşebbüsler ile İngiltere önde olarak başlamıştır. Fakat ABD gerek ilgili teknolojileri geliştirebilmesi, gerek çok sayıda güçlü özel şirkete sahip olması, gerek kendi sınırları içerisinde de büyük kaynaklar keşfetmesi ve tüm bu alanlara yönelirken, Avrupa’daki rekabet ve çatışma ortamlarından uzak durabilmesi sayesinde petrol sektöründe de küresel siyasette de liderliği İngiltere’nin elinden almayı başarmıştır.
İlgili yıllarda özellikle ABD’de geliştirilen sondaj teknolojileri sayesinde, üretilebilir petrol miktarları ve maliyetleri gibi alanlarda önemli atılımlar yapılmıştır. Bu sayede de sanayi, ulaşım, elektrik üretimi, ısınma, hava-deniz-karadaki askeri araçlar gibi alanlarda da petrolün öneminin çok daha artacağı hatta bu kaynak sayesinde dünya hâkimiyetinin sağlanabileceği öngörüleri oluşmaya başlamıştır.
Çünkü petrol daha fazla güç gayeli rekabet eden ülkelerin hepsi için askeri alanlarda kazanılabilecek mobilite, devam eden sanayi hamleleri, sanayi ve üretime bağlı olan ekonomilerin sürdürülebilirliği gibi hususlarda temel unsur haline gelmiştir.
O yıllarda keşfedilen en büyük petrol kaynaklarına ve potansiyeline sahip olması sebebiyle de; zayıflamış ve hayatta kalma mücadelesi veren Osmanlı bütün devlerin dikkatini farklı bir açıdan daha üzerine çekmeyi başarmıştır.
Yani ilgili yıllarda Batının Osmanlı’yı bu derece önemsemesi ve birer sırtlan gibi paylaşmaya çalışmasının sebepleri arasında kimliğinin, tarihi ihtirasların, stratejik geçiş güzergâhları üzerinde bulunmasının olduğu gibi, petrol kaynaklarına sahip olması da yer almaktadır.
Önemli kaynaklara sahip olan ve özellikle Abdülhamit Han döneminde bu alanda bazı somut adımlar atmaya çalışan Osmanlı’nın durumu incelendiğinde ise;
Aslında Osmanlı petrol konusunda kendi durumunun farkında olan ve dünyadaki gelişmeleri yakinen takip eden bir devlettir. Zira 1858, 1861 ve 1868 yıllarında maden alanıyla ilgili düzenlenen nizamnameler bunu göstermektedir. Bu nizamnameler kapsamında petrol de özellikle Edirne, Musul ve Bağdat’taki yer altı kaynakları arasında listelenmiştir.
Abdülhamit Han dönemine gelindiğinde ise, Musul ve Bağdat’ta varlığı bilinen kaynaklar ile ilgili (Alman ve Fransız mühendislere) yabancı uzmanlara hazırlatılan petrol sızıntı ve kaynaklarını gösteren harita çalışmaların boyutu ve devletin bu alandaki idraki konusunda önemli ipuçları vermektedir.
Harita 1: Abdülhamit Han’ın Petrol Haritası (Kaynak: http://www.abdulhamid.org/Content/Images/petrol-harita_1.jpg)
Osmanlı’nın sahip olduğu kaynaklar ile ilgili, bu işe çok önceden başlamış olan İngiltere ve ABD’li şirketlerin ise elinde birçok verinin mevcut olduğu da bir gerçektir. Bunların yanı sıra Almanya, Fransa ve hatta Rusya’nın dahi bu bölgelerde yer alan kaynakların tespiti, geliştirilmesi, üretimi ve satışı ile ilgilendikleri de bilinmektedir. Bunun için ilgili şirket yetkililerinin ve ilgili ülke diplomatlarının imtiyaz elde edebilmek maksatlı Abdülhamit Han’ın kapısını defelarca aşındırdıkları da tarihi kayıtlarda geçmektedir.
Fakat her türlü baskıya ve talebe karşın Abdülhamit Han petrolün ehemmiyetinin de, ilgili dünya devlerinin bu alandaki hırslı ve ihtiraslı beklentilerinin de, bu kaynaklar üzerinde hâkimiyet kurabilmek için her yolu deneyeceklerinin de ziyadesiyle farkındadır. Ve bu kaynakların Osmanlı’nın da, gelecek nesillerin de kaderini değiştirebileceğini çok iyi tasavvur edebilmektedir. Lakin, petrol arama – üretim – satış işlerini organize edebilmek için; finansal yeterliliğe, yerli yetişmiş insan kaynağı ve teknolojiye, ekipman tedariki ve pazarlama kabiliyetine sahip olmak gereklidir. Fakat günün kaotik durumu, ekonomik çıkmazlar, yetersiz insan kaynakları ve yerli teknoloji eksikliği gibi sebepler ilgili kaynakları Osmanlı’nın kendi başına üretime almasına imkân vermemektedir.
Yani günün koşulları dikkate alınarak, ilgili süreçte atılabilecek en mantıklı adımlar:
- Büyük güçleri birbirleriyle rekabete sokarak hayatta kalmak,
- Demiryolları inşa ettirerek, hatta bu noktada büyük güçlerin finansal imkanlarını kullanarak, orta vadede ulaşım ve lojistik problemini çözmek (Ki, ilgili lokasyonlarda günün koşulları dikkate alındığında, petrol üretimi için bu demiryollarına zaten ihtiyaç duyulmaktadır.),
- Bu arada ilgili toprakların kaybedilmesi riskine karşın, tüm bölgeleri şahsi mülk haline getirmek,
- Finansal – teknik – teknolojik imkanları elde etmek için çalışmak,
- Bu alanda eğitime başlamak ve modern eğitim hamleleri yapmak,
- Ayrıca yerine göre yabancı ortaklıklar ile tecrübe düzeyini arttırmak,
- Yeni fabrikalar ve sanayi hamleleri yaparak, hem petrol için bir iç pazar oluşturmak, hem de petrolü sanayinin gelişimi için kullanmak
olarak düşünülebilecektir.
Abdülhamit Han da zaten tüm bu maddeler ile ilgili somut adımlar atmış fakat saltanat süresi atılan adımların, inşa edilen fabrika ve eğitim kurumlarının, yürütülen ince diplomasinin meyvelerini toplamak için yeterli olmamıştır.
Osmanlı’nın kaynak potansiyelinin farkında olan İngiliz ve Almanlar belli arama ve üretim imtiyazları elde edebilmek için Adana – Mersin ve Bağdat Demiryolu inşaatlarını üstlenmişlerdir. İngilizlerden ziyade özellikle Bağdat Demiryolu kapsamında Almanlar ilgili demiryolunun 20 km etrafındaki kaynakları işletebilme imtiyazı elde etmişler ve bilinen önemli sahalara gayet yakın geçen bu hattan elde edecekleri kazanımların planlarını dahi yapmaya başlamışlardır.
Fakat ilgili demiryolu projelerini ve projeler kapsamında verilen imtiyazları birbirinin rakibi olan Almanya ve İngiltere’yi oyalama stratejisi kapsamında değerlendiren, bu noktada da birçok dış politik unsurunu çözmeye muvaffak olan Abdülhamit Han, 1890’ların başında aldığı bir düzenleme kararı ile Musul ve Bağdat’taki kaynak ihtiva ettiği bilinen bütün arazileri hazine-i hassaya aktararak (yani Padişah mülkü haline getirerek) öncelikle Almanların sonrasında ise ilgili kaynaklara gözünü diken diğer oyuncuların heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
Aldığı bu önlem kapsamında, ilgili topraklar bir gün devlet-i âlinin hâkimiyetinden çıksa dahi, toprakların üzerindeki mülkiyet hakkı şahsi olacağından, kaynaklar üzerinde hak iddia etmek kanuni olabilecektir. Fakat Abdülhamit Han’ın hali sonrasında Meşrutiyetçilerin kararları ve aksiyonları neticesinde bu hak da değerlendirilememiştir.
Ayrıca ilgili yıllarda Nemlizade Tahsin Paşa gibi yerli müteşebbislere de bazı imtiyazlar verilme girişimleri yapılmışsa da, bu imtiyazların arkasında, imtiyazların derhal yabancılara satış gayesi olduğu anlaşıldığından, ilgili izinler fesh edilmiştir.
Abdülhamit Han’ın hal edildiği tarihte Osmanlı’nın elinde kalan topraklarda yer alan petrol rezervleri, günümüz verileri dikkate alınarak (BP Statistical Review of World Energy 2017’ye göre) bir inceleme yapıldığında;
Aşağıdaki harita Abdülhamit Han’ın hal edildiği 1908 yılındaki Osmanlı topraklarını, tablo1 ise; 1908 yılındaki haliyle Osmanlı’nın sahip olduğu topraklardaki günümüz rakamlarıyla kanıtlanmış petrol rezervlerini göstermektedir.
Harita 2: 1908’de Osmanlı (Kaynak: http://geacron.com/home-en/)
İlgili Ülkeler | Günümüzde Kanıtlanmış Petrol Rezervleri (milyar varil) |
Libya | 49 |
Çad | 1,5 |
Tunus | 0,4 |
Suudi Arabistan | 267 |
Irak | 153 |
Suriye | 2,5 |
BAE | 98 |
Bahreyn | 0,1 |
Kuveyt | 101 |
Toplam | 672,5 |
Dünya Oranı | %40 |
Tablo 1: 1908’de Osmanlı’nın Sahip Olduğu Sınırlar İçerisindeki Güncel Petrol Rezervleri (Veri Kaynağı: BP Statistical Review of World Energy 2017)
Yukarıdaki harita ve tablodan da anlaşılacağı üzere, günümüz rakamlarıyla dünya petrol rezevlerinin neredeyse %40’ı Osmanlı’nın 1908’de hakim olduğu coğrafyalarda yer almaktadır.
Bu hakikat göstermektedir ki; şayet Abdülhamit Han;
- sınırları muhafaza,
- büyük devletleri birbirine düşürerek ayakta kalma
- ve petrol kaynaklarını geliştirerek, üretime alabilme,
- sonrasında da bu kaynaklarını da kullanarak, yeni sanayi atılımları yapabilme
stratejilerini makamında kalarak devam ettirebilseydi, şu an bütün dünyanın düzeni farklı olacaktı. Osmanlı yeniden dünyanın hakim gücü olacak ve Batılı ideolojinin tüm dünyaya uyguladığı kanlı – bencil – sömürgeci politikalar da nihayete erdirilebilecekti…
Sonuç olarak, diplomatik ve siyasi zekası, feraseti ve soğuk kanlı yaklaşımları ile Abdülhamit Han’ın, diğer alanlarda olduğu gibi petrol alanında da attığı adımlar takdire şayandır. Abdülhamit Han döneminde Osmanlı devlet aklı çok yerinde stratejiler kurgulamakta ve önemli hamleler yapabilmektedir. Lakin Abdülhamit Han’ın hali ve sonrasında gelen, çoğunluğu Abdülhamit Han’ın – İslam’ın – Türklüğün düşmanı olan Batılı güçlerin yanaşmaları olan Meşrutiyetçiler ile devam eden süreçte aynı akıl ve irade ortaya koyulamamıştır. Ve dünyaya nizam veren, Türklük ve İslam’ın medarı iftarı olan Osmanlı yıkılış sürecine girmiştir.
Günün koşulları dikkate alındığında, yaşanan süreçler ve Abdülhamit Han’ın tek başına dünya devlerine karşı nasıl aksiyon alabildiği düşünülerek, ilgili zalim güçlerin İslam halifesi ve Türk sultanı aleyhine niçin bu denli karalama propagandası yaptıkları ve kendisine niçin bu kadar kin besledikleri de daha kolay idrak edilebilecektir. Çünkü ilgili Batılı devletleri kirli emelleri çerçevesindeki planları nezdinde, son devrin hükümdarlarından hiçbiri bu kadar uğraştırmamış ve bu kadar zorlayamamıştır.
Fakat o dönemlerden günümüze kadar uzanan süreçte de, ne yazık ki, Türk – İslam aleminin düşmanlarının ağzıyla hakaretten, kötülemekten, kötüye yormak ve kötü görmekten başka bir refleks alamayan kirli akıllar toplumumuzda sürekli var olmuştur. Önemli olan eleştiride dahi ölçülü olmak ve yapılan eleştirinin hakikatte kime (hangi tarafa?) hizmet ettiğinin farkında olmaktır.
Bu durum günümüz için de geçerlidir. Çünkü günümüz Türkiye’si Abdülhamit Han döneminde olduğu gibi zorlu bir diriliş mücadelesi içerisindedir. Ve o dönemden bu yana ilk defa atacağı adımlarla küresel anlamda önemli dengeleri değiştirebilecek imkanlara haizdir. Bu sebeple Türkiye ve bütün mazlum İslam toplumlarınca değer gören ve umut bağlanılmaya başlayan Türk Cumhurbaşkanı’na yönelik aynı karalama propagandaları yürütülmektedir.
Tam 110 yıl sonra Türk devleti yeniden geniş medeniyet coğrafyası için bir umut olmaya başlamış, bu noktada doğrusu ve yanlışıyla dahi olsa, ciddi bir gayret ortaya koyabilmiş ve etkin olmaya başlamış ise (ki, gelen sayısız saldırı bunu kanıtlamaktadır), artık milletin de kirli odakların hedefe koydukları idarecilerine sahip çıkması da çok önemlidir. Ve bu sefer toplum devletine ve idarecilerine sahip çıktığını ve çıkacağını da 15 Temmuz’da tüm dünyaya göstermiştir.
Bundan sonra Türkiye’nin enerji alanında yeni adımlarla, yeni kalkınma hamleleriyle küresel sistemde çok daha etkin bir pozisyon almak için çalışması, bir olması, olumlu düşünmesi ve üreterek, en önden gidenlerden olması gerekmektedir.
(Bu çalışma Yerli Düşünce Dergisinin Şubat 2018 sayısında yayınlanmıştır.)