ABD çok daha önce başladığı Orta Doğu’da hakimiyetini arttırma ve en yakın müttefiklerinden olan İsrail için tehdit konumunda olan İran’a yönelik baskılarını arttırma stratejileri doğrultusunda yeni hamleleriyle enerji piyasalarının dikkatini çekmeye devam etmektedir.
Geçen hafta yapılan OPEC toplantısı üzerinden çok da fazla zaman geçmeden, ABD dış işleri kanalı ile yaptığı açıklamada, müttefiklerinin 4 Kasıma kadar İran’dan yaptıkları petrol ithalatlarını sonlandırmalarını istemiştir.
Aslında ABD nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladığı günden bu yana bu minvalde beklentiler olacağı zaten beklenmektedir. O halde, ABD’nin bu talebi ne anlama gelmektedir?
İran hali hazırda küresel piyasalara ortalama olarak 2,5 milyon varil civarında petrol ve hafif petrol olarak niteleyebileceğimiz kondensat arz etmektedir.
Bu arzın hangi ülkelere yapıldığı aşağıdaki grafik eşliğinde genel anlamda incelendiğinde:
Grafik 1: İran Petrolünün En Büyük İthalatçıları (Kaynak : https://oilprice.com/Energy/Crude-Oil/Who-Was-Buying-Iranian-Oil-And-What-Happens-Next.html)
- En büyük ithalatçıların Çin, Hindistan, Güney Kore ve Türkiye olduğu görülmektedir.
- Türkiye’den sonra sıralamayı İtalya, Japonya, BAE, İspanya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler almaktadır.
Not: İlgili grafik ortalama bir rakam ifade etmektedir. İlgili ticari hacimler zaman ve koşullara göre farklılık göstermekle birlikte sıralama hemen hemen değişmemektedir.
Demek ki, ABD bu ithalatçı ülkeler üzerinde baskı oluşturmaya çalışacak ve İran ile ticaretlerini sonlandırmalarını talep edecektir.
Peki, bu talebi ne kadar tutarlıdır ve başarılı olabilecek midir?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, ABD’nin bu baskıları, daha önce de olduğu gibi (Türkiye hariç) diğer Avrupalı müttefikleri nezdinde etkili olabilecek iken, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi asıl büyük alıcılar nezdinde etkili olamayacaktır.
Çin ve Hindistan’daki bazı büyük alıcılar zaten yerel basınlarında ABD’nin ilgili baskılarının kendilerini etkilemeyeceğini dile getirmişlerdir.
Bu tablo aşağıdaki grafik nezdinde de incelendiğinde:
Grafik 2: Daha Önceki ABD Ambargoları ve İran İthalatçılarındaki Değişimler (Kaynak: Bloomberg)
- Görüleceği üzere, ilgili yaptırımlar genel anlamda Asya – Pasifik ülkeleri nezdinde sadece Güney Kore ve Japonya’yı etkilemiş, Avrupa nezdinde ise Türkiye hariç bütün ilgili Avrupa ülkelerini etkilemiştir.
Şimdi de aynı şekilde olabileceği tahmin edilecektir.
Fakat bu sefer kurgulanabilecek senaryolarda, artık İran’ın bu tarz ambargolara karşı çok daha fazla hazırlıklı olduğu, farklı alternatif planlarının altyapılarının çalışılmış olduğu, ayrıca bu ambargolara Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Japonya gibi ülkelerin pek de sıcak yaklaşmadıkları, hatta karşı oldukları bilinmektedir.
Yani her ne kadar, Shell ve Total gibi büyük Avrupalı şirketler diğer projeleriyle ilgili hususları da dikkate alarak, özellikle ABD’nin kontrolünde olan para transferi ve uluslararası bankacılık hususları sebebiyle ilgili ticaretlerini sonlandırmışlarsa da, İran’da farklı alanlarda yatırıma devam eden çok sayıda yabancı şirket bulunmaktadır. İran’da arama, üretim ve servis alanlarında yatırımlar yapan, paralarını İran’dan alan ve 2015’te imzalanan nükleer protokole güvenerek uzun dönemli teminatların ve anlaşmaların altına imza atan çok sayıda Batılı şirket de bulunmaktadır. Zaten biraz da bu gibi sebeplerle ABD dışında nükleer anlaşmaya imza atan devletlerin hiçbiri ABD’nin ilgili kararında hem fikir olamamıştır.
Yani hiçbir Avrupa ülkesinde yada Japonya’da bu kararın kabulu ve uygulaması eskisi kadar kolay ve hızlı olmayacaktır. Direnç haliyle daha fazla olacaktır.
Zaten en kötü durumlarda dahi, ticari swap, genellikle Dubai merkezli paravan şirketler üzerinden crude swap, farklı para birimleri ile ticaret gibi opsiyonları ile (çoğunluğu genellikle Yahudi sermayeli olan) ABD’li şirketlerce dahi ambargoların kolaylıkla delindiği yaşanmış bir tecrübedir.
Dolayısı ile bu talep çok da uygulanabilir ve eskisi kadar ciddi etkiler doğruran bir hamle olmayacaktır.
Yani daha önce olduğu gibi bazı Avrupa’lı büyük alıcılar, İran ile ticaretlerini kesecek, Çin, Hindistan ve Türkiye ile küçük ölçekli tüccarlar ise bir şekilde alternatif çözümler ile ithalatlarını sürdürecektir.
Tabii bu sürecin bir neticesi olarak, gayri resmi petrol ticareti yine zirve yapacaktır. Özellikle gayri resmi – kayıt dışı – durumuna düşen petrol hacimlerinden İsrail’li tüccarların ve terör örgütlerinin büyük paralar kazanabildiği gerçeği dikkate alınırsa, bu hamlenin uluslararası güvenlik nezdinde de olumsuz etkileri olacaktır.
Bunların yanı sıra, rafinerilerin de belli niteliklerde petrolü işleyebildikleri ve petrol ticaretinin de bu minvaldeki satıcılar ile belli periyotları kapsayacak ve bağlayıcı olacak şekilde yapıldığı da dikkate alınırsa, ABD’nin bu talebine uymak zorunda kalacak yatırımcıların zararlarını karşılamak durumunda kalabilecek olan ilgili Avrupa ülkeleri ciddi anlamda rahatsızlık duyacaktır.
Öngörülebilen bu tablodan da anlaşılabileceği üzere, İran’ın üretim seviyesinin bazı İranlı yetkilelerce vurgulandığı gibi 2 milyon varil / gün seviyelerinde olmasa da, ortalamada 1,5 – 1,7 milyon varil / gün arasında sabit devam edebileceği beklenebilecektir. Ayrıca Avrupa ülkelerinden kaynaklanabilecek siyasi direnç, ilgili kararın etkilerini daha da fazla esnetebilecektir.
Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin bu ambargoyu delmek için ne gibi alternatifleri bulunmaktadır?
Yukarıda bahsedildiği üzere, ticari swap, crude swap, kayıt dışı ticaret gibi birçok alternatif seçeneğin yanı sıra, çok daha legal olan ilgili bankalar arasında yerel para birimleri akışı kullanılarak yapılabilecek alternatifler de mevcuttur. Tabii bu alternatiflere de ek olarak; Mart 2018’de “Çin, uzun süredir üzerinde çalıştığı INE (Şanghay Uluslararası Enerji Borsası)’yi devreye almıştır. Bu kapsamda ilgili borsada Dubai, Umman, Masila (Yemen), Basra, Katar, Upper Zakum (BAE) ve Shangli (Çin) menşeili petrol türleri olmak üzere 7 farklı gravitede satış hali hazırda başlamıştır. İlgili borsa kapsamında hem yerel para birimi (yani Yuan ile) ticaret imkanı elde edilebilecek hem de ileri tarihli teslimatlı ve fiyat sabitlemeli işlemler yapılabilecektir. Ayrıca yabancı yatırımcılar da her zaman borsaya aktif olarak katılabilecek ve ticarette yerlerini alabilecektir. Yeni faaliyete başlayan ve Yuan ile işleyen INE’nin, ABD doları ile faaliyetlerine devam eden Londra’daki Brent’e ve New York’taki WTI (West Texas Intermediate)’a rakip olacağı düşünülmektedir. Hali hazırda diğer iki rakibine kıyasla çok düşük kapasiteye ve ticaret hacmine sahip olsa da, dünyadaki en büyük ham petrol ithalatçısı olan Çin’in bu borsa ile hem fiyat belirleme, hem ticari kapasitesini arttırma, hem küresel fiyatlara etki etme, hem de çok büyük meblağlarda işlem hacmi olan küresel bir borsaya sahip olabilme açısından önemli avantajları bulunmaktadır. Özellikle uzun vadeli satışlarda ve ileri tarihli – sabit fiyatlı kontratlar ile INE fiyatlarına ve dolayısı ile Brent ve WTI fiyatlarına da etki edilebileceği beklenmektedir. Fakat bunun için tabiki INE’nin işlem hacminin çok daha büyümesi gerekmektedir.” (Kaynak: https://www.tespam.org/tr/6258-2/)
Yani, bu borsa sayesinde İran petrolünü yuan kuru ile bütün dünya ülkelerine pazarlayabilecektir. Bu da ABD’nin yaptırımlarını etkileyen çok farklı bir arka kapı olarak dikkat çekmektedir. Bu arka kapıda oluşacak trafik artarsa, ABD zaten ilgili kararında geri adım atmak durumunda da kalacaktır.
Küresel petrol arzına ve fiyatlarına bu sürecin nasıl bir etkisi olacaktır?
Bu minvalde İran’dan kaynaklanacak arz kısıtlamasını karşılayabilmek için ABD’li yetkililer körfez ülkeleriyle temasa başlamıştır. Örneğin dün Suudi yetkililer; Temmuz ayı içinde ortalama arz kapasitelerini günlük 11 milyon varil seviyelerine çıkaracaklarının açıklanmıştır. Bu açıklamanın piyasaları rahatlatma anlamında etkisinin yanı sıra, ABD tarafından başlatılan bu hamlenin zaten Suudi Arabistan (ve Katar krizi sürecinde oluşturulan ilgili Arap ittifakıyla) ile birlikte uygulanmaya çalışılacağını da göstermiştir. Ayrıca Suudi Arabistan’ın bu açıklaması, henüz bir hafta önce OPEC çerçevesinde alınan kararlara da bağlı kalmayacağını da bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu minvalde ABD’de her ne kadar stoklarda ciddi anlamda azalma olsa da, 10,9 milyon varil / gün seviyelerini koruyabilen üretim miktarı, Suudi Arabistan ve muhtemelen BAE gibi bazı üreticilerin arz kısıtlamalarından vazgeçip, ihracatlarını belli oranda arttırması, İran’ın arzında beklenebilecek olası azalma miktarını karşılayabilecek ve fiyatları kısmen de olsa kontrol altında tutabilecektir.
Lakin bu noktada Kanada, Libya, Nijerya, Venezuela, Irak, Kuveyt, Kazakistan, Rusya gibi daha birçok üreticinin de tavırları ve durumları önemlidir. Örneğin Libya’da devam eden iç karışıklıklar sebebiyle günlük 100 bin varil civarında, Kanada’da da teknik sebeplerle 350 bin varil civarında ve yine yaklaşık 6 aydır süren finansal ve teknik sebeplerle Venezuela’da 600 bin varil civarında arz miktarında azalma yaşanmıştır. Bu tarz gelişmelerin de arz noktasında etkileri olacağı kesindir. Yine de, Suudi Arabistan’ın sürdürülebilir arz kapasitesinin rahatlıkla 11 milyon varil / gün civarında olabileceği düşünülürse, Suudi Arabistan’ın dahi tek başına İran’ın azalacak olan arz kapasitesinin önemli bir kısmını karşılayabileceği tahmin edilebilecektir.
Yani İran arzında beklenilen olası 700 – 800 bin varil / günlük azalma diğer üreticiler tarafından (büyük bir keyifle) karşılanabilecektir. (Tabii bu noktada yine ilgili petrolün kimyasal nitelikleri önemli olacaktır.)
Dolayısı ile birçok değişkenin eş zamanlı değerlendirilmesi ihtiyacı ile birlikte, küresel petrol arzı ve fiyatlar çok da abartılı bir etki yaşamayacaktır. Çünkü zaten piyasalarda arz fazlası bulunmaktadır. Kaldı ki, ABD’nin dolar paritesini yükseltme kararı ve merkez bankası politikaları da petrol fiyatları üzerinde negatif etki oluşturmaktadır.
Peki bu sürecin Türkiye’ye ne gibi etkileri olacaktır?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye daha önce de olduğu gibi kendi bağımsız kararlarını alabilecek iradeye sahiptir. Ve komşusu olan İran’a karşı yapılan bu haksız müdahaleye karşı alternatif planlar geliştirecek, bu planları uygulamaya geçirecek ve kendi arz güvenliğini sağlayacaktır. Bu minvalde Türkiye haklı olduğu kadar güçlü ve siyasi olarak da etkilidir. Bu sebeple ilgili alternatif önlemler ve girişimler ile birçok dengeyi değiştirecektir.
Bu sürecin borsaya, petrol fiyatlarını etkilemesi ile dış ticaret açığına ve borsa da yer alan TÜPRAŞ gibi şirketlere de kısa vadeli ve geçici bir süreyle negatif etkilerinin olabileceği beklenmektedir. Hatta ABD’nin ilgili pazarlık süreçlerinde diğer sektörlere yöneliklik farklı gümrük ve yaptırım politikalarına girişmesi de muhtemeldir. Sonuçta dünyada ABD’nin başlattığı bir ticaret ve ekonomik anlamda liderliği koruma savaşı yaşanmaktadır. Bunun da dünyanın birçok ülkesinde ve piyasasında olduğu gibi ülkemizde de yoğun etkilerinin hissedilebileceği beklenebilecektir. Lakin, bu süreç tamamlandığında bütün dengelerin ülkemiz lehine döneceği görülecektir. Tam da bu noktada yorumlar yapılırken, artık dünyadaki birçok büyük gücün ABD’nin ve Pentagon’un yanında olmadığının dikkate alınması gereklidir.
Yoksa Türkiye’nin her zaman mevcut rafinaj tesislerinde bazı modifikasyonlar ile ticari tercihlerini değiştirme imkanı da bulunmaktadır. Lakin, genel resim bu tablonun çok ötesindedir.
Türkiye de genel tabloyu bu şekilde yorumlamakta ve çok daha geniş perspektifli neticeler doğuracak uzun vadeli atılımlar yapmaktadır.
Sonuç olarak, ABD’nin başlattığı bu hamlelerin ticaretin yanı sıra, siyasi ve politik sonuçları da söz konusudur. Şöyle ki, ABD’nin bu hamleleri ile beklentilerinin en azından:
- İran’da iç karışıklığı arttırarak bir rejim değişikliğine sebep olmak,
- Yemen ve Suriye’de İran’ın direncini kırmak,
- Lübnan ve Bahreyn’de İran’ın etkisini azaltmak,
- Yeni ortak bir askeri birlik hazırlığı içerisinde olan Avrupalı müttefiklerine bir kez daha ağırlığını hissettirmek,
- Ticareti sonlandırmayacağını bildiği Çin, Hindistan, Türkiye gibi ülkelere karşı bu durumu siyasi ve ekonomik olarak kullanmaya çalışmak olduğu tahmin edilebilecektir.