Doğu Akdeniz’de enerji anlamında, Mısır’da keşif açıklaması yapılan Bashrush kuyusu dışında pek de fazla bir değişiklik yaşanmadı. Bölgedeki gaz ihracat politikaları nezdinde halen Mısır kendi hedefleri doğrultusunda ilerlerken, İsrail daha büyük adımlar atabilmek, Güney Kıbrıs ise keşif ilanı yaptığı sahaları üretime alabilmek için Türkiye ile anlaşmak zorunda… Henüz bunun dışında reel bir seçenek mevcut değil. Bütün dengeleri değiştirme ihtimali olan Lübnan deniz alanlarındaki olası keşif senaryoları ise netlik kazanabilmiş değil. Tahminlerimizde belirttiğimiz gibi Lübnan deniz alanlarındaki ilk sondajda ekonomik bir keşif gerçekleştirilememişti. Fakat yıl sonunda planlanan ikinci sondaja dair beklentiler bir hayli olumluydu. Teknik anlamda bu beklentiler değişmemiş olsa da, bölgede yaşanan siyasi, diplomatik ve askeri gerilimler bölgenin geleceğine dair çok daha büyük belirsizliklerin olabileceği anlamını taşıyor.
Enerji bağlamında süreç bu şekilde ilelerken, gelin son dönemde yaşanan birkaç gelişmeyi bazı sorular eşliğinde değerlendirelim.
1) Beyrut’taki patlamanın arkasında enerji savaşları mı var?
Bu patlamanın doğal bir patlama olmama ihtimali muhakkak ki yüksek. Ortada Beyrut’ta güçlenen, ciddi anlamda (şehrin ve bölgedeki sivil unsurların güvenliğini hiçe sayarak) yığınak yapan ve bunların yanı sıra her fırsatta İsrail’e tehditler yağdıran bir Hizbullah var. Bölgede ambargolarla ekonomik olarak, Kasım Süleymani sonrasında da operasyonel olarak iyice zayıflayan ve kaybettiği etkinliğini Şii nüfus üzerinden arttırmaya çalışan bir İran var. Kaldı ki, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bölgesel enerji dengelerinde büyük bir değişim yok. Büyük bir değişimin gerçekleşmesi için ise ülkede istikrar ortamının sağlanarak, hidrokarbon arama çalışmalarının hız kazanması gerekiyor. Lübnan ile İsrail arasındaki ihtilaflı olan bölgede ise zaten bir arama planı ve çalışması yok. Bu perspektiften bakıldığında, ilgili patlamayı enerji dengeleri ile ilintilendirmenin çok sığ bir yaklaşım olduğu anlaşılabiliyor.
2) Beyrut’taki patlama Doğu Akdeniz’deki enerji dengelerine etki edecek mi?
Patlamanın arkasında enerji savaşlarının olmadığını vurguladıktan sonra, bu patlamanın bölgesel enerji dengelerini değiştirip, değiştirmeyeceğini değerlendirirsek, köklü değişimlerden bahsedemesek de yine de bazı değişim ihtimalleri üzerine durabiliriz. Şöyle ki;
Öncelikle Lübnan’da bu patlama sonrasında İran’ın etkisinin ne denli azalacağı ve siyasi otoritenin pozisyonunun ne olacağı ile ilgili tahminlerde bulunmak gerekiyor. Olası bir erken seçim sonrası İran ve Hizbullah’ın etkisinin daha da zayıfladığı bir yönetim kurulması söz konusu olabilir. Fakat bu Hizbullah’ın da bölgede daha sert hamleler yapabilmesi ihtimalini de güçlendiriyor. Her durumda ne yazık ki, Lübnan’ı ve bölgeyi daha sert kırılmaların ve zorlu süreçlerin bekleyeceği öngörülebiliyor. Bu durumda da enerji bağlamındaki olası neticeler:
– Lübnan’da ikinci sondaj zamanında yapılarak, ekonomik bir keşifle neticelense bile, piyasaların durumu da dikkate alınarak, uygun bir yatırım ortamı oluşmasının yine öteleneceği,
– Bu durumun bölgesel enerji dengelerini daha da durağanlaştıracağı,
– İsrail – Lübnan arasındaki ihtilaflı MEB ile ilgili hiçbir olumlu adımın atılmayacağı,
– Bölgeye uluslararası yatırımcıların ilgisinin azalacağı
– Türkiye – Lübnan arasında imzalanabilecek olası bir MEB anlaşmasının biraz daha gecikebileceği
şeklinde karşımıza çıkıyor. Bunlar dışında çok da uçuk komplo teorilerinden bahsetmek hiç de tutarlı gözükmüyor.
3) Patlama Türkiye’yi etkileyecek mi? Lübnan ile MEB anlaşması yapılabilir mi?
Patlama muhakkak bölge halkına kardeş gözüyle bakan Türkiye’yi derinden yaralamıştır. Bu minvalde Türkiye bölgeye karşılıksız yardım elini uzatan ilk ülke olmuştur. Mersin ve İskenderun limanlarının da Lübnan’ın kullanımına açılması bu bağlamda dikkat çekmiştir. Bu adımdan hiç şüphesiz İran da rahatsızlık duymuştur!
Patlama neticesinde oluşan kaos ve istikrarsızlık ortamı her ne kadar Türkiye’nin Lübnan ile birlikte atacağı adımları öteleyebilse de, orta vadede bölge halkının gerçek dost olan Türkiye ile daha da sıcak ilişkiler kurması ve çok daha etkin birlikteliklerin oluşabilmesine zemin oluşturabilecektir. Dolayısıyla Lübnan ile olası bir MEB kısa vadede olmasa da, orta vadede imzalanabilecektir. Ayrıca benzer anlaşmaları Türkiye ile imzalamak İsrail ve Mısır gibi ülkelerin de lehine olacaktır.
4) Mısır – Yunanistan MEB anlaşması ne anlama geliyor? Bu anlaşmanın Beyrut’taki patlama ile bir ilgisi olabilir mi?
Anlaşma günün psikolojik ezikliğini üzerinden atamayan AB’nin şımarık çocuğu Yunanistan ile Libya’da mağlup olan Mısır arasında imzalanan ve hukuki dayanağı olmadığı gibi pratik olarak uygulanabilirliği de olmayan bir boyutta kalıyor. Yunanistan İtalya ile imzaladığı anlaşmalarda ana karaya uzak olan adaların MEB dâhilinde sıfır etkisi olduğunu kabul ederken, benzer koşullarda Türkiye karşısında adil olmayan bir tavrın arkasında duruyor. Bölgede Türkiye’nin etkinliğinden rahatsız olan bütün aktörler bu gibi beyhude anlaşmaların arkasında Türk düşmanlığı çerçevesinde bir araya geliyor.
Bu anlaşma Türk yetkililerinin de ifade ettiği gibi yok hükmündedir. Ve Türkiye bölgedeki kararlı ve sağlam duruşunu sürdürdüğü sürece de uygulamaya geçemeyecektir. Türkiye’ye karşı yapılabilecek kasıtlı askeri bir hamle ilgili ülkeler için beka sorunu dâhiline giren, çok daha büyük güvenlik risklerini beraberinde getirecektir. Bu bağlamda uluslararası konjonktürden bakıldığında da, diğer küresel aktörler de bu bağlamda Türkiye’yi kaybedecek hamlelerin içerisine giremeyecektir. Türkiye bu idrakle sonuna kadar kararlı adımlarını her anlamda sürdürmelidir.
5) Türkiye bu süreçte ne yapmalı? Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası ne anlama geliyor?
Türkiye Doğu Akdeniz’de kararlı adımlarla dostlarının yardımına koşarken, bölgesel haksızlıklara izin vermeyecek çok yönlü adımlar atmaya devam ediyor. Suriye’den Libya’ya kadar geniş perspektifli diplomatik ve askeri hamlelerini sürdüren Türkiye, mavi vatan konseptinde değerlendirdiği ve BM nezdinde ilan ettiği MEB sınırları dâhilinde teknik ve ekonomik hamlelerini de sürdürmeye devam ediyor. Türkiye’nin bu bağlamdaki Meis adası civarı ile ilgili yayınladığı son NAVTEX’ten iyice rahatsız olan ve Ayasofya Caminin ibadete açılması ile daha derin bir psikolojik travma yaşayan Yunanistan’ın bütün hamleleri Türkiye’nin kararlı duruşu ile boşa çıkıyor.
Özetle Türkiye bu kararlı duruşunu sürdürürken, bölgede aleyhine kurulan ittifakları parçalayıcı ve ortak ekonomik iş birliği alanları oluşturan bazı stratejileri de izleyebilecektir. Lübnan ve İsrail ile bazı ortak hamleler bu minvalde düşünülebilecektir. Ki, bunlar da değerlendirilmektedir.
6) Doğu Akdeniz büyük bir çatışma ortamına mı sürükleniyor?
Doğu Akdeniz daha da derinleşen ihtilaflar sebebiyle yeni çatışmaların eşiğine sürükleniyor gibi görülse de, Türkiye’nin kararlı duruşu ve bölgesel etkinliğini arttırması ile bölge haklarının lehine olacak bir huzur ortamına dönüşecektir. Bu bağlamda Türkiye adil bir düzlemde olması şartı ile bütün uluslararası aktörleri ekonomik anlamda işbirliğine davet ederken, bölgeyi daha da fazla kaosun içine itmek isteyen unsurlar ile mücadelesini sürdürmektedir.
Yunanistan ve Mısır ile gerilen ilişkiler ve son yapılan MEB anlaşması her ne kadar bölgeyi ivedi bir askeri gerilimin içine sürükleyecek izlenimi oluştursa da, iki unsurun da Türkiye ile sıcak savaşa dönüşecek hamleleri göze alabilme ihtimalleri oldukça düşüktür. Kaldı ki, böyle bir durumda küresel dengeler sebebiyle bölgeyle ilgilenen hiçbir uluslararası aktör de Türkiye’yi kaybetmeyi göze alacak bir tutuma giremeyeceği dikkate alınırsa, bölgede bir süreliğine beklentiler; sıcak çatışmadan öte, ancak tacizler ve psikolojik harp teknikleri nezdinde gerilimin tırmanacağı bir ortam oluşması şeklindedir. Öte yandan enerji bağlamında zaten dengelerde köklü değişimler oluşturacak ihtimaller göz ardı edilecek düzeydedir.