Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz yayınladığı kraliyet fermanıyla ülkenin veliaht prensini değiştirmiştir. Bu ferman kapsamında yeğeni Muhammed bin Nayef’i azlederek, yerine birinci veliahtı olarak oğlu Muhammed bin Selman’ı getirmiştir.
Aslında kral olmasına rağmen ülke yönetimindeki etkin taraflar arasındaki dengeler gözetildiğinde, hayli zor olan bu hamlenin Katar krizi sürecinde bir iç devrim şeklinde yapılmış olması, bu atamanın uluslararası arenada ciddi yankı uyandırmasına sebep olmuştur.
Özellikle Batı yanlısı ve liberal tutumları ile dikkat çeken yeni genç veliahtın atamasının Trump ziyareti sonrasında başlatılan süreçler kapsamında ifa edilmesi, ülkedeki iç dengelerdeki ABD parmağının da varlığını aşikar etmiştir.
Ayrıca bin Selman’ın 21 Haziran’da verdiği demecinde, Suudi Arabistan’la savaşın başlamasını beklemeyeceklerini, savaşı İran’ın içine taşıyacaklarını ifade ettiği demeci, yeni veliahtın ne derece güdümlü ve tehlikeli olduğunu göstermektedir.
Zaten 1. Veliaht olarak ataması yapıldığı gün, gelişmenin İsrail basınında “Atamanın İsrail ve ABD için çok iyi olduğu” şeklinde yankı bulması da oynanan kirli mücadeleleri gün yüzüne çıkarmaktadır.
Aynı hanedandan gelen Prens Halid bin Farhan’ın da bin Selman için: “Kendisi ABD’nin desteği ile yükselmiştir. Çünkü ABD de, İsrail de bin Selman’ın kendilerine hizmet edeceğinden emindir. Hatta bin Selman İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere uyguladığı göç politikalarını da finansal olarak desteklemektedir.” tarzındaki Alman basınına yaptığı demeçleri de Avrupa’da olumlu yankı bulmuştur.
Peki yeni 1. Veliaht Muhammed bin Selman kimdir?
Bin Selman, genç, risk almaktan çekinmeyen, cürretkar, tecrübesizliğine rağmen kariyer basamaklarını hızla çıkan hali hazırdaki Suudi kralının oğludur. Yeni kralın yaklaşık 2 ay önce görevi devralması ile birlikte 2. Veliaht prens ve ülkenin savunma bakanı olarak atanmıştır.
Bakanlığı süresince, özellikle Yemen’deki Husi’lere karşı düzenlenen ve yerine göre birçok masum sivilin de öldürülmesi ile sonuçlanan hava saldırılarını organize etmesi ile dünyaca tanınmaya başlamıştır.
Bu askeri hamlelerin yanı sıra,
- Ülkesi için ortaya koyduğu daha liberal politika önerileri, petrolün ekonomideki payını azaltma planları ve 2030 vizyonu,
- Bir Sünni birliğe liderlik edecek büyük Suudi Arabistan’ı kurma ve sonrasında da Şii İran’a karşı askeri müdahalede bulunma hayalleri,
- ABD ile yapılan büyük boyutlardaki silah ticaretleri ve yeni silah satış anlaşmalarının koordinasyonu,
- Bu süreçte ülkedeki memur maaşları ile ilgili politikalarda yaşanan istikrarsızlıklar,
- Aramco’nun başlangıç olarak %5 hissesinin Newyork ve Londra borsalarında satılması önerileri,
- Irak ve Suriye’de bazı radikal gruplara sağladığı finansal destekler,
- İsrail ile başlattığı ticari ve diplomatik (sıcak) ikili ilişkiler,
- Bu ilişkiler neticesinde Hamas’ın kara listeye alınması,
- Ülkede dini otorite, dini kurallar ve ulemanın etkisinin kırılarak, ulemanın sadece ülke politikaları ile çelişmeyen konularda fetva verebilmesinin sağlanması kapsamındaki yaptırımlar,
- Yemen yönetiminde etkinliğini arttırmak için yürütülen politik ve istihbarat operasyonları,
- Ülke genelinde sahip olunan kurumlar ile ilgili hazırlanan özelleştirme programları,
- Ve üstlendiği Katar krizi sürecinin genel koordinasyonu
ile de iki yıllık hızlı yükseliş sürecinde farklı yönlerini ortaya koyarak, gündeme oturmuştur.
Katar’ın yakın dostu olan, eski 1. Veliaht Muhammed bin Nayef’i devirmek için açık hamleler yapmaktan çekinmeyen ve adım adım babasının da desteği ile ilerleyen bin Selman, ABD tarafından düğmeye basıldığı aşikar olan Katar krizi sürecinde, yine ABD’nin desteği ile arzu ettiği pozisyonu elde etmeyi başarmıştır. Ve tabiki kendisine sağlanan bu destek karşısında da Orta Doğu ve Müslüman dünyasını ilgilendiren çok önemli hususlardaki emirleri de kabul ederek, uygulamaya başlamıştır.
Bu emirlerden sadece;
- Türkiye’nin Suudi Arabistan’da bir askeri üs kurma talebinin geri çevrilmesi,
- Katar’a yönelik ortaya konan barış paketinde özellikle:
- Türkiye ile giriştiği ortak askeri işbirliği planlarından vazgeçmesi,
- Türkiye’nin Katar’daki üssünün kapatılması konularındaki dayatmaların yer alması,
- Türkiye’nin İslam dünyasında etkinliğini kırmaya yönelik hamlelerin finanse edilmeye başlanması
yeni veliahtın ve kendisine iletilen talimatlar paketinin Türkiye’yi ne derece tehdit olarak algıladığını göstermiştir.
Bir bütünleşmeden ziyade Sünni ülkeler içerisinde de ciddi bir ayrışmaya sebep olan bu hamleler, bölgede kaosu ve çatışmayı destekleyerek, etkinliğini arttırmak ve ticaretlerini büyütmek niyetinde olan Batılı oyun kurucuların planlarının da derin kapsamını ortaya koymaktadır.
Bu derin ve kanlı planları bozabilecek ve mazlum İslam dünyasının daha fazla bölünerek, daha derin yaralar almasına engel olmaya çalışabilecek bölgedeki tek samimi güç de Türkiye’dir.
Bundan sonraki süreçte de ilk olarak Yemen’e yönelik artan bazı askeri ve politik hamlelerin yaşanabileceği beklenmektedir.
Enerji açısından değerlendirildiğinde ise,
- Suudi Arabistan öncülüğünde yürütülen OPEC kısıtlamalarının fiyatlara pek de fazla etkisinin olmayışı,
- bunun yanı sıra ABD’de sürekli artan üretim dengelerinin devam edeceği,
- Orta Doğu’da artan huzursuzluk sayesinde olası yeni kısıtlamalar ile fiyatların ABD’nin de istediği iç piyasalarının ihtiyacı olan seviyelerde tutulması konusunda olumlu karşılanacağı beklentilerini doğurmaktadır.
Aramco gibi hidrokarbon kaynaklarına da sahip olan dev yapıların, Newyork gibi borsalarda hisse satışlarının yapılması sayesinde de, istediği zaman Suudi Arabistan’ın ABD’deki mal varlığına, 11 Eylül saldırıları ile ilişkilendirerek el koyabilecek ABD’nin çok daha fazla hoşuna gidecek bir hamle olarak algılanacaktır.
Tüm bunların yanı sıra, bin Selman’ın Rusya ile de yakın ilişkileri, planladığı liberal politikalar kapsamında Rus petrol şirketlerinin de ülkesinde önemli yatırımlar yapmasına imkan sağlama hedefleri dengelerin ne kadar girift ve karmaşık olduğunu ve çok yönlü değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Bu da, daha önceki çalışmalarda da değinildiği üzere, büyük oyuncuların dahi; yere, projeye ve bölgesel çıkarlarına göre aynı anda hem rakip, hem dost, hem de düşman olabildiklerini ortaya koymaktadır. Yeni Türkiye’nin de buna benzer stratejiler ile, birlik ve bütünlüğünü gözeterek, gelişmeleri iyi değerlendirmesi ve alacağı hızlı kararlar ile farklı bütün güç odaklarını çıkarları doğrultusunda kullanabilmeyi başarması gerekmektedir.
Çünkü zulme karşı çıkılan bu zorlu yolun artık bir geri dönüşü söz konusu değildir. Tüm İslam dünyası çok daha büyük bir kaosun eşiğindedir. Bu kaosta mazlumun çıkarlarını gözetmek ise yine bu toprakların asıl sahibi olan Yeni Türkiye’nin görevidir!