Sinop Nükleer Santrali Üzerine

NECDET KARAKURT

 

Yeni Türkiye’nin enerji alanındaki somut nükleer atılımlarının ikincisini de Sinop’ta Japon ve Fransızlar ile birlikte kurulması planlanan santraldir.

Sinop Nükleer Santrali kapsamında Japon Mıtsubishi ve Fransız Areva şirketlerinin geliştirdiği Atmea-I tipi basınçlı su reaktörü kullanılacaktır. 1120 MW’lık 4 reaktörden oluşacak bu santralin maliyetinin 18 milyar $ civarında olacağı beklenmektedir. Santralin en büyük ortağı ise %41 ile EÜAŞ’tır.

Bu genel bilgilerden sonra, planlama aşamasında olan santralimiz ile ilgili Japon basınına yanısıyan bir konu özellikle Japon kamu oyunun dikkatini çekmiş ve gündemi meşgul etmiştir.

Bu konu şöyle özetlenebilecektir;

  • Japonya Devleti destekli bazı araştırma firmaları Sinop’ta kurulacak olan nükleer santral inşası planları kapsamında dizayn aşamasında dikkate alınan maksimum deprem sarsıntı oranının, Japon nükleer santralleri standartlarından düşük alındığını,
  • Bu sebeple yatırım masraflarının azaltılmasının hedeflendiğini fakat bunun Türkiye gibi deprem riski olan ülkeler için yerinde olmayacağını,
  • Örnek vermek gerekirse, Japonya’daki Kyushu Nükleer Santrali için bu oranın 620 gal, Kansai Santrali için ise 856 gal varsayılarak dizayn yapıldığını,
  • Bu sebeple Sinop için de 400 gal hesap edilen ilgili oranın en azından 500 gal olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguladı.

Peki Japon araştırma kurumlarınca ortaya atılan bu iddialar ne kadar yerinde?

Muhakkak, Japonya’nın deprem risk haritası, aktif fayların durumu gibi hususlar dikkate alındığında, Japonya için baz alınacak oranlar ve kriterler ile Türkiye için uygulanacak kriterler aynı olmayacaktır. Japonya gibi aktif bir dalma-batma zonunun (okyanus kabuğunun kıta kabuğunun altına dalması) sonucu sürekli bir tektonik baskı altında (aktif fayların etkisinde) bir deprem bölgesinde yer almaktadır. Türkiye ise yine aktif fayların etkisinde kalan bir deprem bölgesidir ancak herhangi bir dalma-batma zonunun etkisinde değildir. Türkiye’deki mevcut fay hareketleri kıta-kıta etkileşimi (iki kıtanın çarpışarak birbirini deforme ettiği veya çarpışma düzlemi boyunca birbirinden uzaklaşması sonucu meydana gelen ve halen aktifliğini devam ettiren tektonik hareketlerden oluşmaktadır. Karadeniz’e en yakın fay sistemi bugün hemen hemen herkes tarafından bilinen Kuzey Anadolu Fay (KAF) hattının olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalar doğrultusunda, santralin yapılacağı Sinop ili civarında aktif bir fay sisteminin varlığı tesbit edilememiştir. Bu nedenle, şu an için kabul edildiği varsayılan 400 gal’lık maksimum deprem sarsıntı oranı teknik&ekonomik olarak uygun olarak kabul edilebilecektir. Ancak KAF’ın bu bölgede bilinen faylara ne derece etki ettiği konusunda detaylı bir sismik çalışma yapılmadığı da aşikardır. Gerek santralin gerekse ülkemizin güvenliği gözönünde bulundurularak, kapsamlı bir sismik çalışmanın yapılması ve KAF’ta meydana gelebilecek herhangi bir tektonik aktivitenin bu bölgede nasıl bir etki yapacağı konusu projelendirilmeli ve elde edilecek sonuca göre “maksimum deprem sarsıntı oranı” yeniden değerlendirilmelidir.

Böylelikle, Japon basınında çıkan haberlerde zikredilen 500 gal’lık senaryonun da akıllarda herhangi bir soru işareti bırakmasını engellemek ve henüz yapımına başlanılmamış Sinop Nükleer Santrali’nin güvenli bir şekilde inşasının sağlanabilmesi mümkün kılınacaktır.

Bu konunun neden önemli olduğunu açıklamak için santralin üzerine inşa edilmesi planlanan sağlam volkanik kayaçların jeolojik özelliklerinden bahsetmekte fayda vardır. Zira, bu volkanik temel sağlam olmasına karşın herhangi bir basınç altında (ve özellikle içinde kırıklar barındırıyorsa) kolayca kırılabilecek durumdadır. Yani sağlam diye düşündüğümüz kayaçlar bilindiği kadar sağlam olmayabilmektedir. Bu nedenle, santral lokasyonunun her ne kadar sağlam olduğu düşünülse ve mevcut aktif bir fay olmadığı tahmin edilse de güvende olmak için bir kez daha değerlendirmek yerinde olacaktır.

Bölgede bulunan Erfelek fayı bilindiği kadarıyla aktif değildir. Fakat santral lokasyonu belirleme çalışmaları doğrultusunda yapılan tetkikler sonucu, fay güzergahı ile ilgili farklı yorumlar olduğu ve belirlenen fay düzleminin doğru olmayabileceği kanaati mevcuttur. Bu sebeple, bölgedeki sismik verilerin daha detaylı inclenmesi ve zemin etüdleri dahilinde volkaik kayaçlarda sondajlar yapılarak karotlar alınması, santralin kurulacağı kayaçtaki kırık ve çatlak yapılarının daha detaylı ve doğru analiz edilmesi faydalı ve yerinde olacaktır.

Birçok tepkiye rağmen güzel niyetler ile büyük adımlar atmak isteyen yeni Türkiye’nin, böylesine yeni olduğu alanlarda yanlış adımlar atma ve üzerine risk alma lüksü bulunmadığını hatırlatmak bizim görevimizdir.

 

Yazar