Şii Koridoru ve Katar Gazı Üzerine

Oğuzhan Akyener

TESPAM BAŞKANI

Demokrasi ve özgürlük gibi içi boş vaatler ile kan gölüne çevrilen Orta Doğu üzerinde büyük oyunlar oynanmaya devam etmektedir. Irak’tan sonra komşularımızdan Suriye’ye de sıçrayan iç savaş uzun bir süredir ülkede telafisi mümkün olmayacak derin tahribatlara sebep olmuştur. Sayısı onbinler ile ifade edilen masum insan öldürülmüş, milyonlarcası da göçe zorlanmıştır. Irak’ta olduğu gibi “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamında Suriye’de de etnik ve dini temizlik yapılmaya devam etmektedir.

Bu zulme ve katliamlara, kendi güvenliğinin yanı sıra, insani değerleri sebebi ile engel olmak isteyen bölgenin ve dünyanın eski hakiminin varisi Türkiye en sonunda askeri müdahalede bulunmuştur.

Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, Irak’da olduğu gibi Suriye’de de Türkmen ve Araplara, Kürtler tarafından uygulatılan etnik temizlik, DAEŞ gibi terörist örgütlerinin de  müdahalesi ile bazı bölgesel dini yapıların da değişmesine sebep olmuştur.

Bu kapsamda, Türkiye’nin tüm güney sınırında bir Kürt koridoru oluşturulmaya çalışılmış -bu hedef büyük ölçüde başarılmış- Irak’da ABD’nin çekilmesi ile oluşan boşluk İran’ın etkisinde olan Şii nüfusa bırakılmış, istikrarsızlaştırarak yönetme stratejisi sebebi ile de taşeron olarak DAEŞ kullanılmaya başlanmıştır.

Suriye’de de birbiri ile düşman gibi görülen iki terörist yapı DAEŞ ve YPG/PYD benzer şekilde aslında aynı amaca hizmet etmek için tasarlanmıştır.

Türkiye’nin attığı adımlar ve özellikle ülkede yapılan kanlı darbe girişiminin püskürtülmesi neticesinde batı bloğu bölgesel planlarını önemli ölçüde değiştirmek zorunda kalmıştır.

ABD senatosunda kabul edilen ve (önemli Sünni güçlerden ve sözde müttefiklerinden olan) Suudi Arabistan ile ilişkilerini fazlası ile geren 11 Eylül yasasına ek olarak ve ambargoların kaldırılması neticesinde birçok ekonomik ve siyasi ortaklıkların içerisine girilen Şii İran’a destek bu değişikliklerin en önemli göstergesidir.

Bu süreçte, Türkiye yine kaybedilmek istenmediği gibi bölgede mezhepsel çatışmalar alevlendirilmektedir. Bir anlamda DAEŞ’ten sonra kullanılacak kartın mezhepsel çatışmalar olması muhtemeldir.

Zaten yıllar öncesinden Lübnan, Suriye, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Yemen gibi ülkelerde şii hakimiyetini kurma maksatlı faaliyetlerini sürdüren İran, Irak işgali neticesinde büyük bir atılım imkanına kavuşmuştur.

Bu noktada yine bölgenin huzuru ve yeni fitnelerin önlenmesini sağlayacak en büyük görev Türkiye’nin omuzlarındadır.

Şii nüfuzu ve hedeflenen mezhepsel çatışma ortamından kısaca bahsettikten sonra, bu konunun da enerjiye bağlanmaya çalışılan ve birçok uluslararası makalede rastlanılabilen bir yönünü değerlendirecek olursak: Dünya’nın en önemli gaz üreticilerinden ve LNG tedarikçilerinden Katar’ın; Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Türkiye üzerinden inşa edeceği boru hattı ile gazını AB piyasalarına taşıyacağı ve bu hat ile Rus gazının AB’deki hakimiyetini sona erdireceği, bu senaryonun önlenmesi için ise Rusya’nın İran’ın desteği ile Suudi Arabistan, Lübnan ve Suriye’deki Şii toplumu kullanarak karışıklıklar çıkardığından bahsedilmektedir.

Böylesi tutarsız bir ifadenin önemli uluslararası akademik yayınlarda kullanılabilmesi garip karşılanacağı gibi hedeflenen algı operasyonunun da bir göstergesi olarak değerlendirilebilecektir. Yani, yukarıda bahsi geçen ifade teknik, ekonomik, politik ve stratejik olarak tutarsızdır.

Şöyle ki;

  • Katar zaten mevcut tesisleri, altyapısı, rezervleri ile AB’ye önemli miktarda LNG ihraç etmektedir. Yani böylesi opsiyonlara ihtiyaç duymayacaktır.
  • Projeden ekonomik olarak zarar edeceği aşikar iken (Diğer bir ifade ile yapılacak boru hattı üzerinden AB’ye gazı ulaştırdığında, taşıma maliyeti sebebi ile gazı zararına satmak zorunda kalacaktır), bu seçenek uygulanamaz nitelikte olacaktır.
  • Hattın geçeceği güzergahlar siyasi istikrar ve güvenlik bakımından riskli olduğundan (bugünkü şartlar açısından incelendiğinde) tercih edilemeyecektir.
  • Her türlü siyasi istikrar ve güvenlik opsiyonu göz ardı edilse, hatta yapılacak boru hattı bir teşvik ile AB tarafından inşa edilse dahi, hattın sadece operasyonel maliyetleri dikkate alındığında, gaz AB’ye ulaştığında Rus gazı ile fiyat rekabetine girmesi mümkün değildir.
  • Tüm bunların dışında, Rusya’nın AB ile devam eden ve yenilenen uzun vadeli satış anlaşmaları mevcuttur.
  • Katar’ın da uzun vadeli anlaşmaları olan ve gaz tedarik etmesi gereken diğer müşterileri vardır.
  • Özetle, birçok yönden böylesi tutarsız bir proje için hiç bir güç mezhepsel çatışmayı körüklemek ile uğraşmayacaktır.
  • Demek ki bu eylem, böyle bir çatışmayı körüklemeyi hedefleyen diğer güç odaklarının bir algı operasyonu olabilir.

Bu seçeneğin yanı sıra, yine Katar gazının Ürdün’den sonra İsrail, Lübnan yada Suriye’de (Kürt Koridoru kurulduktan sonra) kurulabilecek LNG tesisleri ile AB’ye nakil edilebileceğinden, bu sebeple de bölgedeki çatışmaların yukarıdaki ifadeye benzer şekilde körüklendiği dile getirilmektedir.

Özetle bu seçenek ile, Katar ağır bir siyasi risk alacak, ciddi bir yatırım yapacak ve boru hattı ile Akdeniz kıyılarına ulaşma maliyetini de karşıladıktan sonra gazı yine LNG olarak satacaktır.

Katar’dan LNG’nin AB’ye taşınma maliyetleri ile Katar gazının Akdeniz kıyılarına taşındıktan sonra tekrar sıvılaştırılıp, AB’ye LNG olarak taşıma maliyetleri karşılaştırıldığında bu seçeneğin de ekonomik olarak tutarsız ve tercih edilemez olduğu görülecektir.

Yukarıda bahsedilen iki teorinin yanı sıra, Rusya’nın AB’ye Katar gazının ulaşmasını engellemek maksatlı, “en azından AB piyasalarındaki rakiplerim kontrol edebildiklerim olsun” gibi bir yaklaşım ile oluşturulmaya çalışılan Kürt koridorunun altında, bir Şii koridoru oluşumuna destek verdiği tarzda görüşler kamu oyuna yansıtılmaktadır. Bu görüşler kapsamında da ifade edilen; İran gazının oluşacak Şii koridoru vesilesi ile boru hattı ile Akdeniz’e ulaşacağı, oradan da LNG olarak AB’ye nakil edileceğidir. Bu sayede Rusya kontrol edemediği başka rakipler yerine, kontrol edebildiği İran’ın, gaz arzı ile rekabet edebilecektir.

Kolaylıkla anlaşılacağı üzere, bu ifadeler de tutarsızdır. Çünkü;

  • İran her ne kadar Rusya ile iyi ilişkilere sahip olsa da, tamamen Rusya kontrolünde değildir. Ki, önümüzdeki süreç de, batı bloğu yanlısı politikalar da izleyebilir.
  • Rusya hiçbir zaman başka bir kaynağın, rahatlıkla fiyat rekabetine girecek dahi olsa, hakim olduğu piyasalara ulaşmasını istemez. Çünkü böylesi bir durum, müttefiklerin rekabeti ve en azından Rusya’nın gaz fiyatlarını düşürmesi anlamlarına gelecektir.
  • İran gazı Katar örneğinde olduğu gibi siyasi istikrar ve ekonomik açılardan riskli ve uygulanamaz olan böyle bir seçenek ile AB piyasalarına erişemez.
  • Hatta Türkiye üzerinden dahi taşıma maliyetleri dikkate alındığında, AB piyasalarına ekonomik olarak ulaşması günümüz şartlarında mümkün değildir.
  • Zaten bu sebepler ile İran Pers Körfezi’nde kurmak istediği LNG tesislerine yatırım yapmakta ve uzun vadede AB’ye 30 milyar m3/yıl hacminde gaz ihracatı yapmayı hedeflemektedir.
  • Böyle tutarsız bir teori için Rusya’nın Şii koridorunu desteklemesi mümkün değildir.

Kısacası, yapılan yorumlarda, ortaya atılan teorilerde çok yönlü düşünülmesi ve tutarlı yaklaşımlar sergilenmesi gerekmektedir. Çünkü ekonomik olmayan enerji projeleri, her ne kadar siyasi argüman olarak kullanılsa da, hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır.

Bu tutarsız fikirler ve teoriler kısaca analiz edildikten sonra, yeniden Katar gazı konusuna değinilecek olursa, Türkiye ve Katar’ın yapabileceği makul ve stratejik bir yatırım olarak (zaten bahsi geçen); Türkiye kara sularında kurulabilecek bir yüzer LNG depolama tesisi kabul edilebilecektir.

Bu sayede Katar; Akdeniz’de güvenli bir depoya ve arz edebileceği kaynağa sahip olmuş olacak, Türkiye ve AB gibi önemli marketlere rahat erişim sağlayabilecek, Türkiye ise; bir enerji merkezi olması hususunda başka bir somut adım atmış olacaktır.

Katar’ın Türkiye kara sularında böyle bir tesis inşası önemli olduğu gibi, Türkiye’nin de gaz depolama ve LNG depolama kapasitelerini arttırması enerji politikaları ve arz güvenliği açısından çok önemlidir. Çünkü Türkiye’nin bir gaz ticaret merkezi haline gelmesindeki olmazsa olmazlardan biri de depolama imkanlarının varlığıdır.

Yazar