Oğuzhan AKYENER

TESPAM Başkanı

 

20.yüzyılda küresel dinamikleri derinden etkileyen Soğuk Savaş,1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması neticesinde sona erdi. Bu sürecin üzerinden henüz 30 yıl geçmişti ki, ABD ile Çin arasındaki rekabet, yeni bir Soğuk Savaş olarak gayriresmî de olsa ilan edildi.

2001 yılında ABD’nin arka plandaki küresel hedeflerini gerçekleştirmek için ön plana çıkardığı terörle mücadele hamlesi, ABD’ye birçok alanda itibar ve güç kaybettirirken, derin ve hızlı bir şekilde büyüyen Çin bütün dengeleri değiştirdi.

2021 yılına gelindiğinde, ABD ve müttefikleri için örtülü Çin ile rekabet sürecinin yeni bir Soğuk Savaş’a döndürülmesinin zamanı gelmişti.

2021 Haziran’ında organize edilen G7 zirvesinde yeni hedefin Çin olduğu (kısmen örtülü bir şekilde de olsa) ilan edildi.

Bu süreci ABD’nin yeni Afganistan politikası, AUKUS paktı ve Quad zirvesi izledi.

Artık küresel çatışmanın merkezi Avrupa’dan Asya’ya, Atlantik’ten Pasifik’e doğru kaymıştı.

Çin ile ABD (ve müttefikleri) arasında iyice ayyuka çıkan Soğuk Savaş’ta; enerji arzı ve (ticaretin devamlılığını sağlayacak) lojistik kabiliyetler birincil öncelik hâlini almıştı.

Özellikle Ağustos 2021 sonunda etkilerini daha da fazla hissettirerek, en fazla Çin’i etkileyen enerji krizi; ilgili dinamiklerin nasıl şekilleneceğine dair önemli ipuçları vermişti.

*

İşte küresel iklim böylesine bir dönüşüm içerisinden geçerken, bütün taraflar için (enerji arzı, lojistik network ve -Çin’in en kırılgan noktalarından biri olan- Doğu Türkistan bağlamında) Türk dünyası birincil öncelikli bölgeler arasına dâhil edilmişti.

*

Not: Türk dünyası dâhilinde buradaki analizlerde sadece bağımsız Türk devletleri dikkate alınmıştır.

(Sadece bağımsız Türk devletleri dâhil edildiğinde dahi) Türk dünyası 156 milyonluk nüfusu, 1 trilyon $’ın üzerindeki GSH kapasitesi, sahip olunan enerji ve diğer yer altı kaynakları ile dikkat çeken ve çok hızlı büyüme potansiyeline sahip olan önemli bir güçtür. Türk dünyasının kendi içerisindeki entegrasyonunu artırması, yer altı kaynaklarını daha etkin bir biçimde değerlendirebilecek yatırım ve işbirliği programlarını başlatabilmesi hem bölgesel hem de küresel ölçekte birçok dengeyi değiştirebilecektir. İşte bu sebepler yüzünden güçlü bir Türk dünyası Çin için önemli bir tehdit olarak düşünülebilecektir. Öte taraftan sahip olunan enerji kaynakları ve gelecek ihracat potansiyelleri de, (enerji açlığı her gün yeni rekorlar kıran) Çin’in iştahını daha da kabartmaktadır.

*

Bağımsız Türk devletleri arasında yaklaşık 7 milyonluk nüfusu, ekonomik hacmi ve hidrokarbon kaynakları ile Kırgızistan’ın,bu denklemde çok ayrı bir yeri bulunmaktadır.

Ülke içerisinde sahip olunan veya mevcut koşullar dâhilinde keşfedilen hidrokarbon kaynakları çok fazla değildir. Bu sebeple Kırgızistan, petrol ve doğalgaz ithalatçısı olan bir ülke konumundadır. Fakat bu konumunun yanı sıra, bölgesel stratejiler dâhilinde sahip olunan su kaynakları ve maden potansiyeli “daha az stratejik” algısını kırmak için fazlasıyla yeterlidir.

Hiçşüphesiz ilgili bölge ülkelerinin büyüme hedeflerini gerçekleştirebilmesi için yine bölgede sahip olunan hidrokarbon kaynaklara ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle geleceğin en önemli kaynağı konumuna gelecek olan doğalgaz, bütün dengeleri değiştirecektir. Türk dünyasının ise doğalgaz ihracat potansiyeli 2050 yılına kadar doğru yatırımlar ile %500 oranında artırılabilecektir.

Fakat enerjinin yanı sıra iklim değişikliğinin etkileri ile bölgede yaşanan kuraklık, suya sahip olmanın belki de yakın gelecekte enerji kaynaklarına sahip olmaktan daha stratejik olabileceğine dair ipuçlarını ortaya koymaktadır.

Hidrokarbon kaynaklarının yetersiz olduğu durumlarda alternatif yatırımlar, teşvikler ve küçültülen büyüme hedefleri ile süreç bir şekilde yönetilebilecek ise de, su kıtlığının getireceği yıkım; tarımdan gıda güvenliğine, enerjiden sanayiye, yaşam kalitesinden sağlığa kadar hayatın her alanını tahammül edilemez bir şekilde etkileyeceğinden, çok daha büyük olacaktır.

Bu perspektiften bakıldığında, Asya kıtasında Rusya ve Tacikistan’dan sonra en büyük 3. tatlı su kaynağı rezervlerine sahip ülke olma konumundaki Kırgızistan’ın bölgesel ehemmiyeti daha iyi anlaşılabilecektir.

Kırgızistan,sahip olduğu tatlı su kaynak potansiyelinin sadece %10’unu kullanmaktadır. Yalnızca Narun Nehri üzerine dahi ilave 27 adet HES projesinin kurulması mümkündür. Bu bağlamda ülke, ciddi anlamda yeni yatırıma ihtiyaç duymaktadır. Bu yatırımlar ile hem su tutma ve depolama potansiyelihem de elektrik üretimi anlamında kapasitesi kat ve kat artırabilecektir.

Bunlara ek olarak Kırgızistan’ın altın, cıva, gümüş, uranyum, kömür gibi madenler kapsamında da büyük potansiyeli bulunmaktadır. Ayrıca jeostratejik konumu gereğiaskerî açılardan da bölge dâhilinde önemli avantajları söz konusudur.

İşte bu pencereden bakıldığında Kırgızistan hem Türk dünyası için hem de bölge ülkeleri nezdinde çok stratejik ve önemli bir konuma sahiptir.

Türk dünyası dâhilinde iş birliğinin geliştirilmesi ve enerji merkezli bir entegrasyon sürecine girilebilmesi ile ortak finansal kabiliyetler ve yatırım planlamaları kurgulanabilecektir. Bu sayede Kırgızistan’ın enerji güvenliği sağlanırken, bütün Türk dünyasının da su güvenliği bu ortak mekanizma ile garanti altına alınabilecektir.

Küresel dinamikler nezdinde ise, Kırgızistan ve Türk dünyasının konumu; içinde bulunulan Soğuk Savaşı’n neticesini değiştirebilecek kadar önemlidir!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar